İYİ Kİ ANILARIMIZ VAR

                                                                                                                                             İyi ki Anılarımız var

SAVAŞ ÜNLÜ

                Seninle oturduğumuz yere geldim. Nereye gitsem yok demezdin. İçkiyle aran olmasa da hayır, dediğini bir kez olsun duymadım. Bardağın yarısını içerdin ama yine de katılırdın bana. Senin yürek güzelliğin yarışırdı bedeninle. Film, dizi sanatçılarını kıskandıracak fiziğin her zaman dikkat çekerdi. Uzun boyun, incecik bedenin, sıkı vücudun, yapılı upuzun bacakların düşman çatlatırdı. Erkeklerden daha kadınlar bakardı. Nazar boncuğu kolyeyi o yüzden almıştım…

                Sürekli göster bakayım, dişlerini derdim. Diş tellerine bakıp gülerdik. Sanırım onları da çıkartmışsındır. Son görüşmemizin üstünden 3 ay geçti. İki ay sonra hekime gideceğim, çıkartacak, demiştin. Telsiz dişlerini merak etmiyor değilim.

                Barda yüksek masaların çevresinde yüksek sandalyeler olurdu. Onlara ilk oturduğumuzda bir şaka yapmıştım. Nasıl da heyecanlanmış, ellerime sarılmıştım.

                -Bende yükseklik korkusu var. Başım dönüyor…

                Ellerin ki her zaman sanatçı, piyanist ellerine benzetirdim. Yumuşacık dokunuşlarla sarılmıştın kaba ellerime. O yumuşak dokunuşu şimdi bile duyumsarım. Ellerinin, yüreğinin sıcaklığını nasıl unuturum. Hava biraz serinleyince sıcacık ellerin gelir aklıma.

                -Ellerimi bırakma, deyince gülmüştün. Gülerken güzelliğine toz konduramadığım yüzün daha bir güzelleşirdi. Gel de bakma, dedirtirdi.

                -Sana öyle geliyor, derdin. Her zaman söylerdim, gerçek gün ışığı gibi görünürken bana niye öyle gelsin.

                Uzun sandalyelerin arkasına yaslanırdın. Düşeceksin diye içim giderdi. O durumda kaç fotoğrafını çekmiştim. Ben unuttum. En çok hoşuma gideni mermer üstüne çıkarttırmıştım. Biri sende biri bende.  Başucumda duruyor, zamanı dondurmuş bakışların. Yüzündeki gülümsemelerin. Saçların dalgalı olarak akıyor yine omuzlarından. Daha güzel değerlendireceğim Mona Liza bakışlı fotoğrafını…

                Her saate bakışta dikiliveriyorsun karşıma. Saati sen armağan etmiştin doğum günümde. Açıklama yapmıştın.

-Sakın zaman göstergesi olarak algılama bunu. Sen ince düşünürsün, aramızdaki yaş farkını, zamanı göstermek için almadım. Sen çok geziyorsun, sabahları uyanmana katkım olsun. Güne benimle başla diye aldım.

                Açıklamanın yersizliğini söylemiştim. Saatlerce konuşsan da senin gibi düşündüğümü bilmelisin. 

                Kadifekale’ye, Agora’ya, Efes’e, Bafa Gölü’ne, Selçuk’a, Bodrum’a gitmiştik. Buralar son bir yılda gittiğimiz yerler. Öncesini bıraktım bir kenara şimdilik. Anadolu yollarında yaşadıklarımız ömre bedel şeylerdi. Son bir yılda ne güzel zaman geçirmiştik oralarda. Çektirdiğimiz her kare fotoğraf benim için eşsiz birer hazine. Bu sözü senden ödünç aldım. Her biri dünya sanatına imza atmış sanatçıların tablosu gibi. Dünyalar verilse değişilmeyecek eserler gibi benim için.

                Büyük AVM’de fotoğraf çektirmiştik. Saçlarının arasına yüzümü gömmüşüm. Saçının kokusuyla sarhoşluğu sürüyor. Ne güzel kokuyor saçların, demiştim.

                Yine aynı sözle karşılık vermiştin.

                -Sana öyle geliyor…

                Şair dostumun sözü gelir o resme bakarken. İlk tanıştığımda gizlice alıp cüzdanımda saklamıştım. Evliliğimizin ilk yıllarında koklayamaya doyamazdım. Biraz zaman geçince çek saçlarını demeye başlamıştım. Yatakta yüzüme değdiğinde elimle atardım öteye. Hele bir de yemekten çıkınca kavga nedeni olurdu. Bizde mi öyle olacaktık…

                Koca kentte anımızın olmadığı yer kalmadı. Otobüsler, metro, vapurlar, tramvaylar, ışıltılı semtler, lüks lokantalar, sokak arasındaki lezzetler, her yerde anılar demeti karşılıyor beni. Bana arada sırada habersizce çektiğin fotoğraflarını yolluyorsun. Her fotoğrafın altında aynı söz, az kaldı çöl suya kavuşacak, yazıyorsun. Daha dün sabaha karşı yolladığın fotoğrafa saatlerce baktım. Efes’teyiz senin çevrende kediler. Sarı, siyah, beyaz tüylü olanı kucaklamışsın. Ben kediye nasıl da bakıyorum. Oysa kedi sevgimi söylememe gerek yok. Kucağında olmasını mı kıskandım acaba?

                Kedicik de ne sevimli çıkmış. Senin kucağında kim kötü çıkabilir. Ben bile güzel görünmüyor muyum? Böyle deyince hıçkırıkların başlıyor, şaka şaka…

                İki yıl salgında görüşemedik. Yasaklar kalkınca ilk koştuğum sen oldun. Maskemi bile takmazdım gittiğimiz yerlerde. Nereden çıktı bu doktora işin? Avrupa, İngiltere değil de Amerika, düşünmesi bile saatlerimi alıyor. O kadar uzak yerde işin ne?

                Seni özlediğimde anılarımıza sarılıyorum. Başka yapacak ne var ki… Bir de arada sırada mesajlarında soruyorsun. Senden başkası olabilir mi? Senin gibi donanımlı, asil, yürek güzelliği beden güzelliğiyle yarışan birisi olsa belki. O da senden başkası olamaz. Gittiğimiz yerlere gidiyorum. Geçenlerde Efes’e gittim. Giriş biletine aşırı zam yapmışlar. Kedileri sevdim. Selçuk’tan aldığım tavuk ciğerlerini verdim. Kucağındaki kıskandığım kedi yanıma iyice yanaştı. Kokladı doyasıya. Senin kokunu özlemişti belli ki…

                Kedicik öyle özledikten sonra ben ne yapayım canımın içi. Bir şey yapamıyorum. Sadece anılarımız benim için sığınılacak liman oluyor. Dingin, huzur dolu, sevecenlikleri boy attığı bir liman…                 İyi ki anılarımız var…      

Bir cevap yazın