Doç. Dr. Bilge YILMAZ KOLANCI
Pamukkale Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü
Doğadaki maddelerden boya elde edilmesi, binlerce yıldan günümüze kadar gelen bir sanat ve meslek dalıdır. Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve artan talebi karşılamak adına kullanılan sentetik boyalar, çok yakın bir zamana kadar bitki, hayvan gibi organik veya inorganik maddelerin bazı özel işlemlere tabi tutulması sonucu elde edilmiştir. Özellikle antik dönemde bu maddelerden elde edilen bazı renkler, diğer renklerden ayrıcalıklı tutulmuş, dini hatta siyasi bir sembol haline dönüşmüştür. Bu ayrıcalıklı renklerden bir tanesi de mor’dur. Mor renk, asaletin, statünün, gücün, hatta tanrısallığın simgesi kabul edilmiş ve bu rengi kullanma hakkı yalnızca ayrıcalıklı kişilere tanınmıştır.
Mor rengin, antikçağda Muricidae familyasına ait birkaç tür deniz kabuklusundan elde edilmesi ve üretimindeki zor koşullar, maliyetinin de yüksek olmasına sebep olmuştur. Bu durum ise mor renkli ürünleri talep eden kesimin elit tabaka olmasına, dolayısıyla da zamanla, rengin ayrıcalığı belirleyen bir statü ve güç sembolüne dönüşmesine yol açmıştır. Antik yazar Vitruvius’un hem yüksek maliyeti hem de hoş etkisinin üstünlüğü ile diğer tüm renklerden ayrılan mor ifadesi, antikçağda mor rengin ayrıcalığının ve üstünlüğünün en açık göstergesidir.
Günümüzde yapılan çalışmalar, antik kaynaklar ve arkeolojik bulgular doğrultusunda, Muricidae familyasına ait bazı deniz kabuğu türlerinin, antikçağda mor renk boyanın elde edildiği ana madde olduğunu göstermiştir. Bu türler; Murex trunculus (Hexaplex trunculus L.), Murex brandaris (Bolinus brandaris L.) ve Purpura haemastoma (Stramonita haemastoma L.) olarak bilinmektedir. Bu canlılar günümüzde halen Akdeniz sahillerinde ve Batı Afrika kıyılarında varlığını sürdürmektedir.
Mor rengin elde edilmesi için bir çeşit oksidasyon işlemi uygulanarak, canlılardan salgılanan renksiz sıvıdan boyar madde olarak yararlanılmıştır. Çünkü bu sıvı, oksijen ve güneş ışığına maruz kaldığında (fotokimyasal tepkime) renk değişimine uğramakta; sırasıyla önce sarı, ye-şil, kırmızı ve son olarak kırmızımsı mor renge dönüşmektedir. Murexlerden mor sıvıyı elde etmek için birtakım işlemler ve aşamalar geliştirilmiştir. İlk aşama, yumuşakçaların yakalandıktan hemen sonra kabuklarından ayrılması ve hayvanın hipobranşiyal bezinin çıkartılması, tuzlu suda bekletilmesi ve gereksiz artıkların ayıklanmasıdır. Plinius büyük kabukluların kabukları çıkarıldıktan sonra, küçük kabukluların ise canlıyken ezilmesiyle özsuyunun çıkarıldığını ve bu sıvının içerisine belirlenen oranlarda tuz atılması gerektiğini söylemiştir. Vitruvius ise, üretim aşamasında, midyelerin toplandıktan hemen sonra demir aletlerle kırılıp, havanlarla dövüldüğünü ve tuzlu bir yapıda olduğu için hızlı kurumanın bal karıştırılarak önlendiğini belirtmiştir. Yine Plinius bu sıvının üç günden fazla olmamak kaydıyla demlenmesi gerektiğini, sıvının ne kadar taze olursa o kadar kaliteli olacağını bildirmiştir. Bir sonraki aşamada, taş ya da kurşun fıçılar içerisine doldurularak on gün süreyle orta ısıda kaynatılan sıvı, içerisindeki etlerden arındırılmış ve istenilen ton elde edilene kadar yün üzerinde teste tabi tutularak isteğe bağlı kaynatma işlemine devam edilmiştir. Plinius bu işlemde yünün beş saat ıslak bırakıldığını, sonrasında tarama yapıldığını ve bu yünün boyayı tümüyle emene kadar boyada bırakıldığını, tek başına kalitesiz olarak görülen sıvının, yarı miktarında pelagiae eklenerek ametist moru olarak isimlendirilen parlak ve cilalı bir tona ulaştığını, aksi halde oldukça koyu bir renk oluştuğunu bildirmiştir.
Yapılan çalışmalar, yaklaşık 12.000 adet deniz kabuğundan ortalama 1,4-1,5 gr. boyar madde elde edildiğini göstermektedir. Bu durum, mor rengin antikçağdaki renkler arasında haklı yerini ve ününü açıklamaktadır. Daha ucuz yöntemlerle mor rengi elde etmek ve gitgide artan talebi karşılamak amacıyla rengi taklit eden çeşitli formüller denenmiş, limon suyu ve demir asetat gibi katkı maddeleri ya da günümüze ulaşan bazı papirüslerden bilinen soğuk ve sıcak olarak adlandırılan birtakım yöntemler de kullanılmıştır. Ayrıca kökboya ve yaban mersini, mor rengin sağlandığı önemli bitkiler arasında yerini almıştır. Özellikle denize uzak olan iç bölgelerde, murex türünde deniz kabuklularına ulaşımın zor olmasından dolayı kök boya bitkisinin (Rubia tinctorum L.) kökleri ile üretim yapılmış ve çeşitli karışımlarla kırmızımsı mora yakın bir renk tonu elde edilmiştir. Mor renk gerek üretim yeri gerekse kullanıldığı alana göre; Tyros Moru, Kraliyet Moru, İmparatorluk Moru gibi birçok farklı isimlendirmeye tabi tutulmuştur.
Yüksek değerinden dolayı mor renge boyanmış tekstil ürünleri büyük bir refahı ve sosyal statüyü temsil etmekle birlikte kamu ile özel hayat arasındaki farkı göstermesi bakımından sosyal imleyiciler kategorisine alınmıştır. Dönemin en önemli rengi olduğu iddiası ve tarihsel olarak en güçlü tanrıları, kahramanları, rahipleri ve yöneticileri tarafından giyilmiş giysiler olduğu düşünüldüğünde arkeolojik bulgularda en çok kaydedilen rengin mor olması gerçeği şaşırtıcı değildir. Mor boyanın, ilk olarak Girit’te, Orta Minos Dönemi’nde (MÖ 20-17. yüzyıllar) ortaya çıktığı, dokumacılık ve mimaride kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle Girit adasında ve çevresinde gerçekleştirilen kazı çalışmaları, deniz kabuklarıyla elde edilen mor boyanın, Orta Minos Dönemi’nde, Ege adalarında yaşayan halk tarafından bilindiğini ve yoğun bir şekilde üretimde kullanıldığını kanıtlamaktadır. Mor renkli kıyafetler, Lydia Krallığı ve Pers hükümdarlığı tarafından da gücün, statünün göstergesi ve kraliyeti temsil eden renk olarak kabul görmüştür. Plutarkhos tarafından, MÖ 6. yüzyılda Atinalı devlet adamı Solon’un Lydia Kralı Kroisos’a yaptığı bir ziyarette, Kroisos’un üzerinde çeşitli mücevherlerle süslenmiş altın işlemeli mor bir kaftan olduğu aktarılmıştır. Mor renk, Roma Dönemi’nde, özellikle Iulius Caesar ve sonrasındaki imparatorlar tarafından, otoritenin, gücün, asaletin, statünün ve tanrısallığın sembolü olduğu için tercih edilmiştir. Roma İmparatorluk Dönemi’nde mor renkli kumaşlar ile yapılan kıyafetler; imparatorlar, senatörler, rahipler, hâkimler, kaptanlar, bazı süvari sınıfı üyeleri başta olmak üzere birçok soylunun kıyafetinde tümüyle, ya da giysinin bir bölümünde kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu tarafından dini ritüellerde kullanılan mor renkli kıyafetler, görsel olarak güçlü bir etki yaratma düşüncesi ile tanrısallığın simgesi olarak tercih edilmiştir. Plinius tanrıların sevgisini kazanmak isteyen kişilerin bu renk ile tanrının huzuruna çıktığını, zafer törenlerinde giyilen mor rengin altınlarla süslenerek kullanıldığını aktarmıştır. Mor boyanın antikçağda dini törenlerdeki giysilerde kullanılması, Yahudi ve Katolik din görevlilerinde ise günümüze kadar süregelen bir geleneğe dönüşmüştür. Yahudilerin kullandığı tallit ismindeki dua şalında, tanrısallık rengi olan tekhelet rengindeki şeritlerin sözlü kanunlarında deniz kabuklusundan yapılması gerektiği bildirilmiş, yapılan çalışmalarda bu renk için Murex trunculus türünün kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu canlının kullanılması ile elde edilen koyu mavi ve mor renk halen kutsallığını sürdürmektedir. Antikçağda bu rengin özellikle Yahudiler tarafından yoğun bir şekilde talep edildiği düşünülmektedir. Hıristiyanlar tarafından İsa’nın çarmıhta kurban edilmeden önce üzerinde mor bir kıyafet olduğuna inanıldığı için de acının, ıstırabın rengi olarak kutsal kabul edilmiştir. Günümüzde halen Papa ve Kardinaller tarafından dini törenler sırasında mor renkli kıyafetler giyilmektedir. Ayrıca Hıristiyanların Lent ve Advent dönemlerinde yakılan mor renkli mumlar, tövbekârlığı temsil etmekte; umut, sevgi, mutluluk ve barış dileklerini simgelemektedir.