BALAT, FENER VE CİBÂLİ

Binnur OLCAYTÜRKAN

Hafta sonu nerelere kaçsak diye düşünürken, madem kış kendini hâlâ tam olarak hissettirmemişken, Balat’a gitme fikri düştü aklıma. Plân yapmadan attım kendimi Balat’ın otantik sokaklarına…

Semtin tarihi dokusu, kokusu, insanı derken, günün sonunda “iyi ki gelmişiz” diyerek, tatlı bir yorgunluk eşliğinde evinize döneceğiniz keyifli bir durak Balat.

BALAT İstanbul’ dan uzaklaşmadan güzel bir gün geçirmek  isteyenlerin favori aktivitesi haline geldi. Belki de bir Beyoğlu, Galata ya da Kadıköy gibi insanların sıkça yolunun düştüğü yerlerden biri olmayıp gizemini koruduğundan, belki de gerçekten İstanbul’un en içerikli semtlerinden biri olduğundan Balat turları çok sevildi.

Annemin çocukluğunun geçtiği Balatı hep annemden ve dayımdan dinlerdim. Farklı dinleri barındırması ve kültürlerin birbirinden farklı olmasına rağmen,  herkesin dostça ve kardeşçe huzur içinde yaşadığı bir semtmiş Balat.

İstanbul’a gittiğimde ilk işim dayımla birlikte balata gitmek oldu. O çocukluğunu ve gençliğini yad ederken ben tarihi dokunun bu kadar iyi bir şekilde korunmasına hayretle fotoğraf çekmeye doyamadım. Balat son zamanlarda en az bir Karaköy bir Moda kadar, İstanbulluların pazar kahvaltılarını yaptıkları, sokaklarını karış karış gezip fotoğrafladığı, yeni mekan keşifleri yaptıkları yerlerden biri oldu. Bunda elbette, üç dini ve üç kültürü bir arada elinde tutan çehresi ve otantikliğini koruyan tarihi sokaklarının payı büyük ama bloggerların ve Instagramerların Balat’tan yaptığı paylaşımların da hakkı yenecek gibi değil.

Kısaca Balat Turu yaptım dedim ama aslında Cibali – Fener – Balat mahallelerini kapsayan bir tur oldu.  Tarihe, kültüre, vintage mekanlara ve fotoğrafçılığa meraklıysanız hepsini bir yürüyüş rotasına sığdırabileceğiniz şahane bir Cumartesi / Pazar günü planı olabilir sizin için.  İlk olarak anneannem ve dedemlerin ilk oturdukları evi görmekle başladık turumuza. Eski hali ve yeni halini sizlerle paylaşmak isterim.

Yaşayan Efsane AGORA MEYHANESİ

Antik Yunan’da bütün sokakların çıktığı meydana agora adı verilirdi. Agora Meyhane de bu anlama uygun olarak Haliç’e bakan bütün sokakların çıktığı yerde 1890 yılında kurulmuştur. O dönemde Agore Meyhanesi dışında bir çok meyhane kurulmasına rağmen geçmişten günümüze gelebilen tek meyhane Fatih’teki Agora Meyhanesi oldu. Tarihi zenginliğinin yanında yemeklerinin de oldukça ün saldığı Agora Meyhanesi, bu sebeplerden dolayı sıradan bir restauranttan daha fazlası. Neredeyse 140 yıldır her rakı sevenin muhakkak geldiği, kemikleşmiş müdavimleri olan, meyhane gibi meyhane. Balat’ın sönük günlerinde bile semtin parlayan mekanıydı. Üzerine şarkılar yazılan bu mekanda ne aşklar başladı ne aşklar bitti.

Balat Antikacıları

Balat’ın en karakteristik özelliklerinden biri, burada kümelenmiş olan antikacı, mezatçı ve ikinci el eşyalar satan eskicileri. Kimisi eski kimisi yeni, kimisi son zamanlarda moda olan açık arttırma satışlar düzenliyor, kimisi insanı çocukluğuna ışınlayan oyuncaklar ve elektronik eşyalar gibi belli başlı alanlarda uzmanlaşıyor. Hepsinin tek bir ortak noktası var o da insana damardan nostalji vermesi. Bu heyecana dahil olmak isteyenleri buraya alalım.

Balat kafeleri

Balat hep güzeldi. Bilen bilir, yine gelinirdi ama gençlerin çoğunlukla radarının dışında kalırdı. Balat durdu, durdu, açılan konsept mekanlarla birlikte eski Cihangir ve Galata müdavimlerinin yeni adresi olmaya başladı. Haftasonu insanların sadece bir kahve içmek için ta Sarıyer’den buraya kalkıp gelmelerİ başladı. Balat’ta artık her köşebaşi, her cumbalı renkli Balat evi, samimi ve ilgili işletmecilerin işlettiği, şirin konsept cafeler, kahvaltıcılar, 3. dalga kahveciler, modern antikacılar, vintage dükkanları ile dolu.

Biz de dayımla birlikte GİZLİ BAHÇE TERAS KAFE’de güzel vakit geçirdik. Kafede harika bir konsept vardı. Mekan tamamen nostaljik bir mekan. Tuğlalı soba güldür güldür yanarken üzerine kendiniz kestanelerinizi koyup pişirebiliyorsunuz. Mis gibi kömür ateşinde pişmiş kahveleriniz harika bir  sunumla masanıza geliyor. Mekanda dilek ağacı ve salıncak var. Terasından tüm balatı ve feneri görebilmek mümkün.

Vintage dükkanlar

Vintage sevdalıları için harika bir dükkan. Özellikle harika broşlar ve nostaljik klipsli küpeler, kıyafet ve çantalarda çok orjinal parçalar bulabilirsiniz.

  Ahşap tasarım atölyeleri

Hem bir ahşap tasarım atölyesi, hem üretilenlerin satıldığı bir dükkan, hem pazar kahvaltılarınıza alternatif bir mekan, hem Balat turunuzda mola verebileceğiniz bir cafe hem de akustik konserlerin, sinema gösterimlerinin olduğu, workshopların düzenlendiği, yoga seanslarının olduğu bir etkinlik alanı. Kapısının önünden geçerken, sandalyeden masaya, sephadan peynir kesme tahtasına adeta dışarı taşan ahşap tasarımlar o kadar albenili ki kendinizi bir anda içeride buluyorsunuz. Arkaya doğru uzayan devasa bir yer. Siz de bir tahtası eksiklerdenseniz burayı çok seveceksiniz.

CİBALİ TÜTÜN FABRİKASI & KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ

Annem Balat’ta otururken çalıştığı fabrika cibali tütün fabrikası. Bugün Kadir Has Üniversitesi binası olan bina 2. Abdülhamit Dönemi’nde 1884’te Düyunu Umumiye’ye bağlı ve tütün tekelini elinde bulunduran Reji Şirketi binası olarak inşa edilmiş. 1924’te tüm imtiyazlar kaldırıldığında ise Cumhuriyet Hükümeti’ne devrolmuş. Endüstri tarihimizin ilk ve en önemli yapılarından olan binanın tasarımı, dönemin ünlü mimarı, Levanten asıllı Alexandre Vallaury’nin mimarisi ise Housef Aznavur’un elinden çıkma. Demir, döküm, cam, tuğla gibi Batı tarzı malzemelerle yapılan modern fabrikanın ülkemizdeki ilk örneklerinden olmasıyla önemli.

KÜÇÜK MUSTAFA PAŞA HAMAMI

“İyi Bir Komşu” temasıyla bu sene 15.’cisi düzenlenen İstanbul Bienali’nin de sergi mekanlarından biri olan, İstanbul’daki en büyük Türk hamamı Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Sultan 2. Beyazıt’ın veziri, Cem Sultan olayında Cem Sultan’ın tarafını tuttuğu için 1483’te idam edilen Küçük Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Hamamın orta yerinde mermerden bir havuz var. Başarılı bir restorasyon görmüş yerlerden.

FENER

Bizans döneminde Petrion, Osmanlı döneminde ise Rumlarca kıyısındaki bir deniz fenerine atfen Phanar-Phanari-Fanari diye anılan Fener, Cibali’ye ve Balat’ın ortasında kalan, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Metroloji Kilisesi gibi tüm dünyadaki Ortodoks cemaati için büyük önem taşıyan kiliselerin, Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu ve Fener Rum Erkek Lisesi gibi mimarisiyle gösterişli eğitim kurumlarının ve Rum mimarisi cumbalı ve renkli konakların bir arada bulunduğu, Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen olaylardan sonra gittikçe köhneleşen ama daha sonra kentsel dönüşüm furyası ve UNESCO desteği ile çehresi eskisine uygun olarak yenilenen Rum mahallesi.

SVETİ STEFAN BULGAR KİLİSESİ

Fener’in Haliç kıyısında bulunan bu süslü Bulgar kilisesinin en önemli özelliği, tamamının demir döküm demonte yapıda olması. Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoks Bulgar cemaati zamanında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıymış ama kendi kiliseleri olmadığından ibadetlerini Rum kiliselerinde yaparlarmış. 19. yüzyıldaki Milliyetçilik haraketlerinden etkilenerek Bulgarlar da kendilerine ait bir kilise talebiyle gelmişler. Cemaat liderlerinden Stefanaki Bey, 1848’de devlete başvurarak içinde ibadet edebilecekleri bir ev yapılmasını bunun için de Fener’deki şahsına ait arsasını bağışlayacağını bildirmiş. Padişah evin yapımına izin vermiş. Bu ibadethane-evden sonra, bugünkü kilisenin yerine ahşap bir kilise yapılmış. Daha sonra İstanbullu Mimar Housep Aznavur’un projesiyle ta Avusturya’da bugünkü demir döküm kilisenin tüm parçaları yapılarak, 1896’da Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden gemiyle getirilip burada monte edilmiş. Böylece Bulgar kilisesi, Rum Patrikhanesi’nden tamamen bağımsız bir kurum olmuş. Kilise 7 Ocak 2018’e kadar restorasyondaydı ama şimdi yeniden ziyarete açıldı.

KIRMIZI MEKTEP

Dıştan bakıldığında adeta bir şatoyu andıran bu büyüleyici yapı doğma büyüme İstanbullu olanlar için bile genellikle Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ile karıştırılıyor. Çünkü öylesine ihtişamlı bir yapı ki doğal olarak insanlar kafalarında olsa olsa patrikhane bu olmalı diye düşünüyor. Halk arasında Kırmızı Mektep olarak anılan okulun bugünkü görünümünün yapımına 1881’de başlanmış. 600 kişi kapasiteli, 3 katlı, kırmızı tuğla ile örülü okulun bugünkü hali 1883’te tamamlanmış. Okulun mimarı da liseyi bu okulda okuyup İtalya’da mimarlık eğitimi alam Dimadis. Dimadis İtalya’da eğitim aldığından İtalyan saray mimarisi konusunda iyice uzmanlaşmış bu sayade eski okulunu da böylesine ihtişamlı bir yavru saray stilinde yapmış.

Bir cevap yazın