DÜŞLE GERÇEK ARASINDA

Gözlerinde boş bir ifade, hiçbir şey söylemeden, hiç hareket etmeden, öylece denize bakıyordu. Buraya birlikte gelmişler, çok güzel anlar geçirmişler ve tekrar buraya gelmek için plan yapmışlardı. Orda o kadar mutlulardı ki; o anları düşündükçe gözleri dolu dolu oluyordu.  Gözlerinden akmasın diye tuttuğu gözyaşlarını, akarsa bir daha durduramayacağının farkındalığı ile kendini sıkıyordu. Ne kadar sıksa da gözyaşları son engeli de aşmıştı…

Herkesin neşe ile sevinçle karşıladığı yaz gelip çatmıştı. Aslında yaz en sevdiği mevsimdi. Yaz ayları onun kendini yenilediği, yepyeni umutlar, hayaller taşıdığı yalnız olsa bile keyif aldığı mevsimlerdendi. Yaz, bahar ayları doğa için de böyle değil miydi? Oysa iki sene önce yaz güzel başlamıştı onun için. Belki de hayatının en zor kararlarını vermek zorunda kalmış ama mutlu olacağına inanmıştı. Oldu da. İlk defa bu kadar mutlu olmuştu. Her şey çok güzel gidiyordu ama ne yazık ki hüzünler yumağı içinde yaşadığı sürece hiçbir değişiklik insanın yeni umutlara yelken açmasına yetmiyordu. Bazı şeyleri erken yakalamak gerekiyordu çünkü. Geç gelen mutluluk kısa süreli oluyor ne yazık ki.

Gittiği her yerde ondan bir parça buluyor, dinlediği her şarkıda onu hatırlıyordu. Gitse bile sevdiği şarkılar kulaklarındaydı. Hiç ummadığı bir yerde kulağına ilişiveriyordu. Kaçmak yoktu onlardan. Bu parçalar zaman boşluklarında asılı kalıp, kimi anlarda çakışıyor, hüzün, karmaşa, çözülememiş yarım kalmış bir bulmaca gibi karşısına çıkıyordu her defasında. Oysa atılan her adım uzaklaşmak için değil miydi geçmişten? Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Onunla birlikteyken her anın hatıralarını sakladığı kutuyu çıkarttı çantasından. Son kez açtı. Tüm anıları tek tek çıkarıp her birinin yaşamında bıraktığı izleri hatırladı. “Siz gerçek misiniz? Beni mi yanılttınız?” dedi. Yanaklarında yol alan son gözyaşını büyük bir hışımla parmağıyla aldı. Hıçkırığını tutarken zorlanmadı değil. Bu izlerin bazıları suya yazılmış bazıları da betona kazınmıştı. Taşa, betona kazınanlar ruhunda da derin izler bırakmıştı. Bunlar onun için çok yaralayıcıydı. Tüm anıları o kutuya koyup kapağını kapattı ve denize fırlattı.

Artık her şeyi geride bırakacak, kaldığı yerden devam edecekti hayata. Bunun farkındalığı ile çantasından çıkarttığı bir mendil ile gözlerini sildi. Gözyaşları sağanağı mı yaşıyordu yine?…

Yüzüne hiçbir şey olmamış, hatta normal bir gün geçirmiş gibi mutlu insan ifadesini takındı. Arabasına atladı ve oradan uzaklaşırken belki kimse ile paylaşmadığı anlarını, paylaştığı sırlarını bıraktığı banka son bir kez baktı. Ve işte tam da o esnada bir şarkı kulağında yankılanmaya başlamıştı. Radyodan bilmem ne FM kanalından geliyordu bu şarkı. Derin bir ah çekti, kimselere duyurmadan. Kurtuluş yoktu belleğine işleyen şarkılardan…

“ Falımızda hasret var,

     ayrılık var demedin mi? 

Anlamazdın, anlamazdın,

     kadere de inanmazdın.

Hani sen acı veren

     kalpsizlerden olamazdın ?”

Birden içi buz gibi olmuştu ama onu üşüten karlı dağların soğuğu, esen buz kesen fırtınalar değil yaşadıklarıydı. Kar yağıyordu inceden düşlerinin, masmavi umutlarının üstüne.Deli gibi yaşanan o aşk, senden asla ayrılmayacağını düşündüğün o adam, gün gelip de bakıyorsun ki bir anda her şeyden korkup kenara çekilivermiş. Yaşananlar hiç yaşanmamış ve senden asla ayrılmayacağını düşünürken her şeyin bir yalan olduğunu öğrenmek oldukça acıydı. Evet artık her şeyi arkada bırakacaktı. İşte o an belleğinde oluşan cümleler kulaklarında yankılandı: Her şeye güven, insana güvenme. Kurda, kuşa, yılana çiyana güven, insana mı? Güldürme beni… Midas’ın kulakları öyküsünü anımsadı. Bıraksa kendini çağıldayarak akan su gibi devamı gelecekti. Akan su gibi devamı gelecekti. Geçmişte tüm yaşananları, anıları önüne katıp götürecekti. Kararsız kaldı bir süre; bırakayım her şeyi alsın götürsün. “Hayır olmaz, yapamam” dedi. Bazen özeleştiri gerekir yaşamda… Onun için sakladı anılarını.

Aklına gelen bir söz biraz önceki hüznünü dağıtıverdi. “Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir.” Öyle ya, neler planlamış, neler istemişti ama onlar olsun diye çabalarken kendini buluverdiği sahiller hep uzak köşelerdi.

Bir sabah uyanıp her şeyin düzeleceği o tarih hiç gelmeyecek miydi? Bir veda sahnesiydi onu bekleyen. Tüm aidiyetini ve hayallerini alıp yarına bambaşka bir şehrin sabahında uyacaktı yeni gelen günlerde…

Bir cevap yazın