ONSRA…

Küçücük bir çakıydı işte. Her tarafı metal ama parlak metal bir çakı. İki yüzünde de rakamlar var. Çakının bir yüzüne 1’den 5’e kadar diğer yüzüne de 5’ten 10’a kadar kerrat cetveli yazılmış. Bütün çocukluğu o çakıyı eline almanın özlemiyle geçmişti ama babası “elini kesersin” diye vermemişti hiç. Kardeşinin ve kendisinin bütün kalemlerini o çakıyla açardı babası. Babalık işte: bir damla kanı akmasın, en ufak bir acı duymasın evlatları diye düşünürdü mutlaka. Ama çocukluk işte. Çok istemişti o çakıyı kullanmayı. Yıllar sonra babası öldüğünde çekmeceden çıkanlar arasında bir cep saati ve o çakı da vardı. Çakıyı eline aldığında o kuvvetli isteğin geçmiş olduğunu hissetti. O çakı, kardeşinin olmalıydı. Kardeşi oğlunun kalemlerini o çakıyla açmalıydı. Öyle de oldu. Saati ve çakıyı ısrarla kardeşine verdi. Şimdi karşısında o çakının aynısı duruyordu fotoğrafıyla. İnternette bir antikacı satışa çıkarmıştı. O çakıya sahip olma isteği hissetti birdenbire. O çakıyı almalıydı. Yazışmada karşısına bir kadın çıktı. Çok uzaktaydı kadın. Ama pazar günleri Şişli antika pazarına geliyordu. Oraya gelebilir miydi?Gelirim, dedi. Kadın uzun uzun tarif etti yeri. Metrodan Osmanbey’de inecek, Dolapdere çıkışında Ergenekon Caddesi’nin sonuna kadar yürüyecek, bu arada bir mezarlığın kenarından geçecek, sondaki büyük otelin oradan önce sağa sonra sola döndüğünde pazara ulaşacaktı. Kadın ne kadar ayrıntıcıydı. Antikacıydı işte. Naftalin kokulu antikacı bir kadın. Muhtemelen çok konuşur canını sıkardı. Neyse, nihayetinde parasını verip çakıyı alır, dönerdi.

Pazar günü hava çok güzeldi. Boğazın mavi sularında beyaz gemiler, mavi göğünde beyaz bulutlar yüzüyordu. Güzel bir gün olacağını hissetti. Yola çıkmadan önce ankitacı kadını aramalı, pazara geleceğinden emin olmalıydı. Telefona cevap veren ses hiç de naftalin kokulu bir antikacı kadının sesine benzemiyordu. Sıcak, cıvıl cıvıl, gençlik esintisi veren bir sesti. “Acaba kızı falan mı?” diye düşünürken “Tabii geleceğim. İki saat sonra orada olurum. Pazara girince arayın, başımda mavi bir bere olacak.” “Ararım tabii” dedi kafası karışmış bir şekilde. Kadının sesi öyle naftalin kokulu bir kadının sesine benzemiyordu. Sanki konuşmuyor, şarkı söylüyordu. Ses ihtiyarlamazmış diye düşündü ama merak etmeye de başladı. Antika pazarına girince telefon etmeyeyim, bulmaya çalışayım dedi kendi kendine. Pazarın içinde gezmeye başladı. Pazar ışıl ışıldı. Eski gramofonlar, daktilolar, porselen ve cam biblolar, kahve takımları, metal eşalar… Sanki sadece insanlar tek renkti. Mevsim kış olduğundan mıdır?Siyah giymişti tüm insanlar. O sebepten olsa gerek mavi bereli kadını hemen gördü. Mavi berenin altından sarkan sarı uzun saçlar da kolaylaştırdı belki görmesini. Bulunduğu tezgahın önüne gelince: “Merhaba” dedi. Kadın okuduğu kitaptan başını kaldırınca gördü onu. – “Siz o musunuz? Ya çakıyı alacak olan yani.” Diye düzeltti. Sonra da: – “Evet siz osunuz, metrobüsteki.” Diye kekeledi. –“Ben de sizi hatırladım.” Dedi adam. Otuzlu yaşların başında, uzun boylu, sarışın bir kadındı karşısındaki. Mavi gözleri, düzgün burnu, kalın dudaklarıyla güzellik yarışmasına girse nal toplatırdı rakiplerine. Kadına metrobüste rastlamıştı. Metrobüs çok kalabalık değildi o gün. Üç tane takkeli adam, kızın yanına gitmişler mini eteğini eleştiriyorlar, günahtan sevaptan söz ediyorlardı. Kız cevap vermedikçe eleştirilerini yoğunlaştırıyorlardı. Kimse de tepki göstermiyordu. Yanlarına gidip müdahale etti: – “Siz peygamber misiniz?” – “ Haşa o nasıl söz?” diye cevapladı biri. – “Madem peygamber değilsiniz burada niye dini karıştırıp insanlara müdahale ediyorsunuz?” – “Sen karışma” diye bağırdı biri. – “Karışsam ne olacak? Dövecek misiniz beni?” Adamlar karşılarındaki adamın sert konuşmasından, etraftakilerin bakışlarından korkup ilk durakta indiler. Arkalarından o da indi. Ama arkalarından indiğini görünce kalabalığa karıştılar hızlıca. O da bir sonraki metrobüse binmek için durağa döndü. – “Siz benim kahramanımsınız. O gün siz olmasanız ne yapardım bilmiyorum. Adamlar üstüme geldikçe korktum, sesimi çıkaramadım. Size bir teşükkür edemeden gittiniz. Umarım başınız derde girmemiştir benim yüzümden.” – “Yok, hayır girmedi. Adamlar arkalarına bakmadan kaçtılar.” – “Ne diyeyim bilmiyorum? Dünya mı küçük, İstanbul mu sizce?” – “Ben diledim bir daha karşılaşabilmeyi. Uzay olsa küçük gelirdi. Babamın çakısı karşılaştırdı bizi tekrar.” – “Siz tezgahın önünde durmayın. İlerden dolaşıp yanıma gelin. Ayakta kaldınız.” Adam gösterilen yerden tezgahın arkasına geçti. Babasının çakısını anlattı uzun uzun. Çocukluğunu, gençliğini, okulunu anlattı. Kız onu dikkatle dinledi. Antika pazarı birden bire bir anemon tarlasına dönüştü. Kırmızı, pembe, mavi anemonlar açtı yemşeyil çimenlerin üzerinde. Uzaktaki tepelere kadar her yer anemon oldu. Ağaçlar çiçek açtı. Ufukta yeşilin maviyle buluştuğu yerde beyaz bulutlar belirdi. Ortalığı çimen kokusu, çiçek kokusu sardı. Kızın gözleri ışıldadı. Çakıyı hediye etmek istediğini söyledi ısrarla. Kabul ettirdi. Sanat tarihi okuduğunu, resimle uğraştığını, bir iş bulamadığı için antikacı dükkanı açtığını, her pazar buraya geldiğini anlattı. Dakikalar dakikaları, saatler saatleri kovaladı akşam oluverdi birdenbire. Tezgahı birlikte topladılar. Geçen saatler sonunda birbirlerini çocukluk arkadaşı gibi hissettiler. Telefon numarasını söyledi kadın. Adam çaldırdı onun telefonunu. O an akıllarına geldi. – “Sahi adın neydi senin?” – “Gülcan. Seninki neydi?” – “Can” – “Hadi canım…” – “Gerçekten Can benim adım. Sen bana Canım dedin biliyor musun?” Zoraki bir ayrılış oldu. Entesi gün telefonla aldığı adrese gitti Can. Gülcan yazıyordu antikacı dükkanının tabelasında. – “Onsra nedir bilir misin?” diye sordu Gülcan. Can’ın bilmesi mucize olurdu zaten. – “ Onsra, bir daha aşık olmamak üzerine aşık olmak anlamına gelen bir kelime. Bir kelimenin sayfalar dolusu yazının anlatamadığını anlatması ne kadar garip. Bizim birçok kelimeyle anlattığımız şeyleri bir kelimeye sığdırabilenler var. İşin içine duygular girince sadece insan olarak çırılçıplak kalıyorsunuz. Hindistan dili olan Bado dilinden bir kelimedir. Benimle birlikte ONSRA der misin?” – “Tabii derim: ONSRA!”

Babamın çakısı evimizde özel bir çerçevenin içinde salon duvarında asılı.

Bir cevap yazın