Misafir

FATMA SUBAŞI

Sevgili okurlarım, yaşadığım olayları, mutlulukları, hüzünleri, güzellikleri, olumsuzlukları, bana anlatılanları… sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Bu sayımızda konumuz misafir.

Dedem anlatırdı; köyümüzde, köy odalarında dışarıdan gelen misafirler konaklarmış. Başta muhtar olmak üzere, hali vakti yerinde olan aileler bu odaların bakımından, yemeklerinden sorumlu olurlarmış. Kahvehaneler kurulmadan önce köyün erkekleri bu odalarda toplanır, istişare eder, köy hakkında veya ailelerin varsa sorunları hakkında bir karara varırlarmış.

Benim çocukluğumda haftada bir kez odanın önünde pazar kurulurdu, çok küçük bir pazardı;  kumaş ve mutfak gereçleri satılırdı. Annem, kendisine ve aile fertlerine kıyafet için kumaş alırdı. Komşularımız, kış günlerinde her akşam misafirimiz olurdu. Çocukluğum da misafirleri çok severdim. Çünkü misafir geldiğinde en güzel oda olan misafir odasında oturulur, kuruyemiş, lokum, bisküvi ve meyvalar ortaya çıkardı. Ninelerimin ve annemin gizli yerleri olurdu, misafir için o gizli yerlerde yiyecekler saklanırdı.

Misafir olarak ziyarete gitmekte çok güzeldi, en çok sevdiğim misafirlik anneannemin eviydi; taze kesilmiş tavuktan yapılan arabaşı çorbasının tadı hala damağımdadır. Yer sofrasının etrafında büyükler, çocuklar oturur keyifle yemek yerdik. Odun ateşinin sesi sobadan gelirken, üzerinde çay demlenirken, çörekotu kahvesinin kokusu odayı sarardı. Biz çocuklar kuruyemişin tadına doyamazken, büyüklerde çayın, sohbetin tadına doyamazlardı. Bir odada büyükler, çocuklar sobanın başında birlikte, ipler ve kâğıtlar oyuncağımızdı.

Yıl 1979, babam siyah beyaz televizyon aldı, Köyümüzdeki yeni evimizin salonuna kurdurdu, komşularımız hayırlı olsuna geldiler. Sadece TRT1 vardı ve gece yarısında kapanırdı. Cumartesi akşamları olan Türk filmini izlemek için komşularımız misafirliğe gelirdi. Büyükler ve çocuklar bir arada, yer minderlerinde oturur, odun ateşinde demlenen çayın, patlamış mısırın kokusu birbirine karışır, huzur ve mutluluk gözümüzden akardı. Film başladığında çıt çıkmaz, öncesinde ve sonrasında sohbetler, oyunlar vazgeçilmezimizdi.

1980 de Denizli’ye taşındık. En güzel oda misafir odası olarak ayrıldı. Şehir dışından, köyümüzden gelen yatılı misafirler o odada kalır, annem en güzel yatakları, yorganları misafirlerimiz için hazırlardı. Misafir, geleneklerimizde ve dinimizde önemlidir. “Misafir, on nasiple gelir, birini yer, dokuzunu bırakır.” sözünü biliriz. Bu sözün doğruluğunu her zaman yaşadım, misafir için yapılan yemekler bitmez, ertesi güne kalırdı. Misafir “Allah halil İbrahim bereketi versin” derdi ve gerçekten bereket artardı.

Günümüzde neden bereket kalmadı? Kredi kartlarına borcumuz var, ay sonunu getiremiyoruz. Misafir gelmez oldu, misafirden kaçar ve korkar olduk, çat kapı ziyaret kalmadı. Misafir odası boş, oturma odası boş,… durum bu şekilde olunca, sağolsun mimarlar ve müteahhitler Amerikan mutfaklı evler yapmaya başladı. Anne mutfakta yemek yaparken, oturma odasındaki babadan uzak kalmıyor, fakat çocuklar ayrı odalarda çok yalnız kaldı.

Misafir yok, çocuk sayısı az veya yok, boşanmalar rekor kırıyor… Nasıl oldu da 40 yılda bu kadar ayrıldık, yalnız kaldık, Avrupalı ve Amerikalı olduk??? Sadece bir kanal varken, az yiyecek ve az giyecek ile çok mutluyken, yüzlerce televizyon kanalları ve yüzlerce cep telefonları arasında bizler yapayalnız kaldık!!! Dağılan yuvalarda, bir oradan bir oraya savrulan çocuklar, cep telefonuna bağımlı, tüm imkânları olan fakat mutsuz olan gençler, ne zaman ve nereden geldi?

2003 yılında iş için San Diego’ya gittiğimde ilgimi çekenlerin başında evsiz insanlar (homeless people) gelmişti. Bu insanları sokaklarda yatarken gördüğümde şok olmuştum. Benim küçük, imkânları az, köyüm de bile sokakta yatan insanlar yokken, dünyanın gözde şehirlerinden biri olan bu şehirde, neden insanlar sokakta yatar? diye düşündüm, araştırdım; bu insanlar ya eşini, ya işini veya kendini kaybetmiş ve çoğunluğu doktor, avukat, mühendis,… Evlerimize misafir gelmezse, geleneklerimizden ve dinimizden uzaklaşırsak, Avrupa’nın ve Amerika’nın bizim için uygun olmayan reklamlarını kopya yapmaya (“Black Friday” gibi…) devam edersek, sonumuz sokak olacak diye korkarım, umarım korktuğum başımıza gelmez.

Amerika’da misafir olarak gittiğim evlerde “kendin alabilirsin’ anlamında “help yourself” dediler. İlk önce anlamadım daha sonra diğer insanları takip ettim. Bizim geleneklerde servise ve ısrara alışkın olduğumdan aç kaldım. Evime misafir geldiğinde servis yaptım ve ısrarda bulundum. Türk yemeklerini tanıtmaya çalıştım, dünyanın en geniş mutfağının Türk Mutfağı olduğunun farkına vardım. 2006’da Türkler’in de katıldığı Orlando Mermer Fuarı’nda Türkçe anons yapılmasını sağladım. Misafire servis yok, yemek ısmarlamak yok, sevgi yok, samimiyet yok… Kiralık evlerin %90 ninda çamaşır makinasi yok. Neden mi? İnsanlar o kadar yalnız ki biraz olsun birlikte olmaları için apartmanların alt katına veya her katına çamaşır yıkama odaları yapmışlar, insanlar çamaşır yıkarken birlik olsun, sohbet etsin diye…

Sevgili okurlarım, affınıza sığınarak sizden rica ediyorum! Başka ülkelere, başka milletlere özenmeyelim; ülkemiz çok güzel, bizler çok güzeliz; misafirperveriz, çalışkanız, merhametliyiz,… lütfen dizilerden, telefonlardan ve uygun olmayan internet sitelerinden çocuklarımızı uzak tutalım. “O, çocuğuna akıllı telefon almış, benim çocuğuma alacağım telefon daha akıllı olacak” şeklinde yarışmak yerine, nasıl daha çok sevgi, saygı, merhamet, öğretebilirim diye yarışalım… Çocuklarımıza daha çok zaman ayıralım. Hafta da en az bir gün komşuları, akrabaları ve arkadaşları ziyaret edelim ki çocuklarımız da bizlerden öğrensin. Teşekkür ederim.

Selamlarımla.

Bir cevap yazın