Balkondaki fesleğenlerin süslediği masaya kahvaltıyı hazırlarken mutfaktan seslendi annem: “Vişne şurubu yaptım, içer misin?” 43 yıllık ömrümde bu soruya hiçbir zaman hayır demediğimi bildiğinden, ben daha “içerim” demeden, içerden şurubu suyla karıştıran kaşığın tıngırtısı duyuldu. Bu sesi nerde duysam tanırım, öyle tatlı tatlı tıngırdar ki çocukluğumun serin yaz sabahlarına giderim hemen. İkinci kattaki evimizin balkonuna uzanan dut ağacının meyve verdiği haziran sıcakları, pazarcıların tezgahlarını süsleyen vişnelerin de nazlı nazlı parladıkları mevsim olurdu. Muhakkak hemen bir kasa vişne alinir ve evi saran o mayhoş kokularla vişne şurubu yapılırdı. Çok sıcak geçen Silifke yazlarından bunalıp haziran aylarını bizimle Denizli’de geçiren anneannem ve dedem geldiğinde, her sabah kaşık tıngırtıları duyulurdu evimizden. Bilhassa dedem rahmetli çok severdi vişne şurubunu, dut ağacını gören pencerenin önündeki masaya hazırlanmış kahvaltıya oturduğumuzda mutfaktaki anneme seslenirdi: “Büyük bardağa koy Kiraz benim şurubumu!”
Dedem hakkın rahmetine kavuştuktan uzun yıllar sonra, Mustafa dayım yazdığı şiirleri derlediği şiir kitabını editörlüğünü yapayım diye basılmadan önce bana gönderdiğinde, dayımın dedem için yazdığı şu şiir, dedemi ve bir başka dut ağacını çocukluk anılarımın baş köşesine yerleştirecekti:
“Güzel adamdı babam!
Geniş bir surat
İnce hoş bir ağız
Keyifli gülümseyen
Açık kahve gözler
….
Pazarları evimiz pür neşeydi
Kahvaltı çamaşır banyo
Tek eğlencemizdi
Evimizin en değerli eşyası olan radyo.
…
Bahçemiz çok geniş değildi
Bana hatırlatır babamın öldüğü günü
Yıkandı dutla kuyunun arasında,
Sessizce seyrettim üstünün örtüldüğünü.”
Ruhu şad olsun bize güzel anılar bırakarak göçüp gidenlerin ❤️