AŞK ACITIR MI?

“Aşk kusurlara daima kör,

Daima zevke yatkın,

Kural tanımaz, kanatlı, taşkın,

Kırar tüm zincirlerini zihnin.” W. Blake

Tabii ki bu kadar taşkın, coşkulu olan bir duygunun kişiye hele de bittiği noktada yani ilişkinin sonlandığı noktada acı vermesi kaçınılmaz. Aşk çoğu insanın karşı koyamadığı en güçlü duygulardan biri. Aşık olunduğunda akan sular duruyor. Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz aşkla, aşık olunanla dolup taşıyor. Aşık olunan için herşey yapılıyor, onun uğruna nelerden vazgeçilmiyor ki? Her mesajda, her aramada kalbimiz ağzımızdan taşacak gibi oluyor. Dünya yalnızca aşık olunan ile bizim etrafımızda dönüyor gibi hissediyoruz. Aşıkken, aşk enerjisiyle en olunmazları bile olur gibi görüyor, herşeyin üstesinden kolaylıkla gelebileceğimize inanıyoruz.

Peki işler ne zaman karışıyor? Ne zaman bu muhteşem duygu, bizi beslemek yerine  tüketmeye başlıyor? Tabi ki ilişkinin iyi gitmediği ve hatta ayrılıkla sonuçlandığı durumlarda işler tersine dönüyor.

Varolduğumuz andan itibaren herşeyle, her an iletişim ve ilişki içindedir insanoğlu. Birini sevip değer verdiğinizde onun için birçok fedakarlık yapabiliriz. Hatta bazen kendimizden bile vazgeçebiliriz. İlişkimizde öyle bir hale geliriz ki “BEN” diye birşey kalmayabilir ortada. İşte tam da bu noktada başlar esasında herşey. Kendinden, kendiliğinden vazgeçerek sağlıklı, doyumlu bir ilişkinin yaşanma ihtimali nerdeyse yoktur. “AŞK” uğruna yapılan fedakarlıkların, vazgeçişlerin sağlıklı, doyumlu bir ilişkiye yol açmadığını öğrenmenin bedeli genellikle ağır olur. Çünkü aşık olunan için bazen değerlerimizden, bazen zevklerimizden, bazen ailemizden ve nihayet kendimizden bile vazgeçmek ve bunların karşılığında terkedilmek, aldatılmak, yüzüstü bırakılmak gerçekten çok acıdır. Kendimizden bile vazgeçmemize, türlü türlü fedakarlıklar yapmamıza rağmen neden bitmiştir bu ilişki? Bu noktada hemen iç dinamiklerimiz devreye girer, ‘ben nerede yanlış yaptım’, ‘onsuz ben ne yaparım’ tarzı yaklaşımlarla kendimizi suçlamaya, eleştirmeye, kahretmeye başlarız. Ve gideni geri döndürmek, ayrılığı önlemek adına daha da kendimizden, kişiliğimizden ödün vermeye başlarız. Hatta onu kazanabilmek için ‘hayatımızdan vazgeçmeyi’ dahi göze alırız. Hayatın, onsuz bir yaşamın ne kadar da boş ve anlamsız olduğunu kendimize söylemeye başlarız. Dünyanın yıkıldığını, bizim de yıkılan koca dünyanın altında kaldığımızı hissederiz. Umuda, geleceğe dair herşey kapkara olmuştur. Gerçek böyle değildir tabii ki ama biz böyle hissederiz. Peki neden?

Neden tüm yaşamımızı, varlığımızı tek bir insanın varlığına ipotek ederiz? Gerçek sermayemiz olan hayatımızdan bile vazgeçecek noktaya nasıl geliriz? Onun için yani giden için neden kaldırabileceğimizden fazla derdin, sıkıntının, özverinin altına gireriz?

Şimdi zamanda bir yolculuk yapalım ve geriye gidelim. İlişkinin en başına ve hatta en sonki ilişkimizden önceki zamanlara. Yeni bir ilişkiden beklediğimiz neydi? Hangi ihtiyaçlarımız, boşluklarımız, doyurulmayı bekleyen sevgi haznelerimiz vardı? Yeni bir ilişkiyle herşeyin daha iyi olacağına dair inançlarınız, umutlarınız nelerdi? Tüm bunlar yani geçmişimiz, geçmişteki hayal kırıklıklarımız, geleceğe dair umutlarımız, hayallerimiz yeni başlanan ilişkiye ve dolayısıyla yeni sevgiliye yüklenir. Yani yeni aşkın hem geçmiş yaralarımıza merhem olacağı hem de bizi geleceğe huzurla, keyifle taşıyacağına olan sarsılmaz bir inançla başlanır ilişkiye. İnsanlar genellikle partnerlerinin kişiliklerini farketmeden, çok da tanımadan ilişkiye başlarlar ve zamanla birbirlerini tanımaya çalışırlar. Bu da bir parça kişinin yeni ilişkiye şüpheyle, tereddütle bakmasına da yol açar. Çünkü bu kadar büyük beklentilerimizin olduğu kişinin, bizim hayallerimizi, beklentilerimizi anlayamayacak, karşılayamayacak şüphesi ürkütür bizi ama gene de aşkın büyüsü, heyecanı bu ürpertiyi çoğu zaman bastırır. İsteklerimiz, hayallerimiz, geçmişi unutmaya olan inancımız baskın gelir. Zaman ilerleyip de hayal edilenlerle yaşadıklarımız arasındaki mesafe açılmaya başlamasına rağmen kişiler bunu görmezden gelme eğilimindedirler. Bazı şeyleri yok sayarak deve kuşu misali gerçeklere gözlerini kapattıklarını anlamak istemezler. Mesafe giderek açılır ve çiftlerden biri bu mesafeyi kapatmak için herşeyini feda eden diğeri de bu fedakarlıkları hak ettiğini düşünerek daha da bekleyen ve isteyen durumuna gelir ama aslında her iki kişi içinde bu ilişki mutluluk ve huzur vermemektedir ve ilk fırsatta ilişkideki taraflardan biri bu çemberin dışına çıkmaya çalışır ve genellikle de çemberin dışına ilk çıkan kişi fedakarlık yapan, kendinden geçen taraf değil; kendisine fedakarlıklar yapılan taraf olur. Bunun sonucunda yaptığı tüm fedakarlıklara rağmen terkedilen, bırakılan, aldatılan kişi olmak dayanılmaz bir acı verir. Hayatın tüm zevklerinden uzaklaştıracak kadar büyük bir acıdır bu…

Peki niye böyle olur sürekli? Niye her şeyi yapmamıza rağmen sürekli terkediliyor ya da aldatılıyoruz? Kişi öncelikle neye ihtiyacı olduğunu, neleri tamamlamak, doyurmak istediğinin farkına varmalıdır. Varolmamızı sağlayan en önemli duygu yakıtları SEVGİ ve İLGİ’dir. Hepimiz sevilmek ve ilgilenilmek peşinde koşarız. Doğumdan itibaren ve çocukluk döneminde bu ihtiyaçlarımızın  şu ya da bu şekilde karşılanmamış ya da eksik karşılanmış olması bugünkü ilişki travmalarımızın da temelini oluşturur. Bu, derinlerden gelen ihtiyacımızı farkedip ve bu ihtiyaçlarımızın yalnızca bir kişi, bir sevgili tarafından karşılanamayacağını anlamak yani sevgiliye abartılı anlam yüklemelerinden kurtulmak daha sağlıklı, daha doyumlu ilişkiler yaşamanın da en önemli adımı olur.

Aşk yaşamak harika bir duygu ama varolmamızı ya da sevilme, ilgi duyma ihtiyacımızın yalnızca aşk ilişkisiyle karşılanacağını ve bunun her yaramıza iyi geleceğini düşünmek büyük bir hatadır. Hayatın içinde hem sevgili, hem arkadaş, hem evlat, hem çalışan ve en önemlisi de ‘kendimiz’ olarak varolmak doyumlu, keyifli, huzurlu bir yaşamın anahtarıdır.

Bunun yapılabilmesi, yeni bir farkındalıkla kendimizi yeniden tanımamız ve doğru adımlar atmamız için TERAPİ önemli bir yardımcıdır. TERAPİ, danışanın ruhsal yaralarını iyileştirmek, anlaşılmak ve önemsenmek gibi önemli ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır. Çocukluk yaralarına karşı duyarsızlaşmak veya onların üstünü örtmek belki yaralarınızı korur ama sizi iyileştirmez. Çünkü hissedilmeyen ve içinden geçilmeyen yaralar iyileşmez. İyileşmeyen yaralar bugünkü seçimlerimizin, kaçışlarımızın, hayal kırıklıklarımızın, AŞK acılarımızın en önemli sebeplerindendir…

“KENDİME SAPLADIĞIM BİR BIÇAKSIN SEN;

AŞK BUDUR!”

F. Kafka böyle dese de aşkın ruhumuzda, gönlümüzde ve hayatımızda güller açtırması pekala mümkündür. Yeter ki korkularımızla, kaygılarımızla, geçmişimizle yüzleşme cesaretini gösterebilelim…

Sevgiyle kalın dostlar…

Bir cevap yazın