Her şeyden vazgeçtim bir tek senden vazgeçemem… Bu efsane şarkı sözündeki gibidir hayat. Modern insan sayısız şeyden, önemli bir sorun yaşamadan vazgeçebilir. En sevdiği diziyi izlemeyip tekrar gösterimiyle yetinebilir. Bir süre için çok az yiyerek sıkı bir diyet yapabilir. Hatta arabasından vazgeçerek otobüsle gidip gelebilir işine. Cep telefonunu bir kenara bırakıp elektronik postayla yetinebilir ya da. Ama bir tek şeyden vazgeçemez: Sevgi dolu bir ilişki içinde yaşanan duygusal yakınlıktan.
Seviliyor olma duygusu, diğer insanlara yakın olma isteği insanın en temel ruhsal ihtiyaçlarındandır. Hatta beslenme ve barınmadan bile daha elzem bir ihtiyaçtır. Rhesus maymunlarıyla yapılan bir deney bunu açık bir şekilde ortaya koyar. Yavru Rhesus maymunlarına iki tür bakıcı görevlendirilmiştir. Bir grup yalnızca yavru maymunları besler ama en ufak bir sevgi, ilgi, şefkat göstermez. Diğeriyse hiçbir besin maddesi vermezken onları kucağına alır, okşar, sevgi gösterir. Bir süre sonra bütün yavru maymunların besin veren bakıcıyı değil de aç kalma pahasına ilgi gösteren, kendilerini okşayan bakıcıyı seçtikleri görülür. Mevlana bu durumu şöyle tanımlar; ”Sevgi acıları tatlandırır; bakırları altına çevirir. Sevgiden bulanık sular arınır. Dertler şifa bulur. Sevgi ölüleri diriltir, padişahları kul ve köle yapar.” Ve devam eder, ”Kainat birbirine sevgi ile zincirleme bağlanmış. Sevgisini vermesini öğren; çünkü gönlünde anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan, dünya, unutma ki korkarmış. Ya korkudan yana kaçar ya da düşman olur kovalarmış.”
Yeni doğanlarda bu duygusal yakınlık çok daha önemlidir. Çünkü yeni doğanlar sadece beslenip soğuktan korunduklarında ama sevgi, ilgi ve şefkatten mahrum bırakıldıklarında gelişim bozukluğu göstermekle kalmaz bu eksiklik nedeniyle ölebilirler de. Esasen erişkinler için de aynı şey geçerlidir, yalnızca süreç biraz daha farklı ve karmaşıktır.
Duygusal yakınlık aşk ilişkilerinin en önemli bileşenidir. Ama ilişkilerde kimin ne kadar yakınlığa ihtiyaç duyduğu kişiden kişiye ve kişinin o an içinde bulunduğu duygusal duruma göre değişiklik gösterebilir. Kişinin geçmiş dönem travmaları ya da yakın dönemde yaşadığı güçlü bir stres yoğunluğu duygusal yakınlığa ihtiyacın düzeyini de etkiler. Bazen geçmişin yaralarını hızlı bir şekilde onarmak isteriz ve bu beklentiyle karşımızdaki kişiye anlamlar yükleriz. Yüklediğimiz anlamlara bir açıdan bile uyan biriyle karşılaştığımızda coşkuyla ve büyülenmişçesine o kişiye yakınlaşırız. Tam da burada duygusal yakınlık ne demektir ona bakalım. Duygusal yakınlık günlük yaşamın getirdiği tehdit ve tehlikelerden korunmak için kişiye emniyet ve güven duygusu verir. Bağlanma ve emniyet tek başına kalmaya, ruhun bütün olası acılarından korunmaya karşı emniyet sübabı gibidir. Bebeklik ve çocukluk döneminde bu duygusal yakınlığı anne babamızdan alırız. Büyümenin doğal ama bir o kadar da acıtıcı sürecinde bu duygusal yakınlıktan vazgeçmek zorunda kalırız. Erişkinlik hayatımızda temel ihtiyacımız olan bu duygusal yakınlığı ilişkilerimizde aramaya başlarız tekrardan. Yani aşk ilişkimizde, mahremiyette… Bu arayış gerçekten çok kuvvetli ve hayati bir arayıştır. Kişi tekrardan bebeklik ve çocukluk döneminin o huzurlu, güvenli ortamına bir an önce kavuşmak ister. İnsanlar erişkinliklerinde ancak aşk ilişkilerinde bulabilecekleri duygusal yakınlığı uzun süre bulamadıkları zaman depresyondan hayattan aldıkları zevkin azalmasına, hayatı anlamsız ve boş bulmaya kadar birçok sorunla yüz yüze kalıp terapistlerden umut beklemeye başlarlar…
Bu eksikliği mucize bir şekilde giderecek ne bir ilaç ne de herkese iyi gelen sihirli bir yöntem bulunur. Her çiftin yaşadığı ilişkinin kendine özgü dinamikleri vardır. Çünkü çok uzun süredir birlikte yaşayan çiftlerin bile birbirlerine karşı olan algıları farklı ve çarpık olabilir. Bunu şöyle bir örnekle açıklamaya çalışayım:
Erkek bir cumartesi akşamını evde geçirmek istediğini söyler eşine. Kafasında karısıyla güzel bir akşam yemeği yemek ve sonrasında hoşça vakit geçirmek vardır. Televizyonun karşısındaki koltuğa yerleşmek, tatlı tatlı sohbet etmek, belki biraz masaj ve sonrasında tutkulu bir sevişme. Oysa eşinin kafasında ise biraz dışarıda yürüyüş yapmak, ne zamandır konuşamadıkları önemli konular hakkında sohbet etmek ve belki de bir karara varmak istiyordur. Eşinin bu akşam evde olalım demesiyle yine sıradan, rutin bir akşam yaşayacakları tedirginliği oluşmuştur. İnsanların günlük hayat koşuşturmasında birbirlerini doğru anlamalarının zorluğu birbirlerinden gittikçe uzaklaşmalarına, sessizleşmelerine, birbirleriyle bugünü de yarını da paylaşamayacak kadar yabancılaşmalarına neden olur. Bu yabancılaşmanın sonucu olarak da kişiler duygusal yakınlık eksikliği ile muzdarip olurlar.
Duygusal yakınlık eksikliği ile birlikte çiftlerde öfke ve yersiz bir gurur ortaya çıkar. Haklı olmanın cazibesiyle birleşen öfke ve gurur en çok ihtiyacımız olan duygusal yakınlıktan daha da uzaklaşmamıza yol açar. Peki hayati önem arz eden duygusal yakınlık ihtiyacımızın zarar görmemesi için nelere dikkat etmeliyiz?
Mesela kadın erkeğe dokunmak ve sarılmak istiyor. Fakat geçmişteki kırgınlığı ve öfkesi ona engel oluyor, kırgınlık ve öfkesi yersiz bir gururla birleşince kadın erkekten uzaklaşıyor. Ve erkek, kadının neden kendisinden uzaklaştığını bilmiyor ve anlamıyor… Erkekler çoğu zaman “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok” misali hiçbir şeyden habersiz, olanları algılamaya çalışıyor. Ve kendisine tepki gösteren kadına dokunmaya zorlanıyor. Ama unutulmaması gereken hayat gerçeklerinden biri, kırgınlık, öfke ve yersiz gururun, mutluluğun en büyük düşmanlarının başında gelmesi…
Kırgınlığı ve yersiz gururu geride bırakmak mümkün ama zor bir süreç… Değişim düşüncelerle alakalı… Değiştirmek denildiği zaman kişiliği değiştirmek gerektiği anlaşılıyor. Kadın ve erkek birbirlerinin kişiliklerini değiştiremezler, değiştirebilecekleri tek şey davranışları… Eğer kişi davranışlarını iradesiyle, aklıyla, mantığıyla uygun hale getirebilirse, yersiz gururu, öfkeyi, kırgınlığı bir tarafa bırakıp mutluluğu yakalayabiliyor. Mesela kocasına öfkeli ve kırgın bir kadın, bu duygularını geride bırakıp, eşi geldiği zaman onu mutlulukla ve gülümseyerek karşılayabilirse her şey değişebiliyor. Ama öfkeli ve kırgınken tebessüm etmek, dünyanın en zor şeylerinin başında geliyor. Ancak gülümseyen mutlu bir kadın erkeğin zaferidir. Mutsuz, gülmeyen bir kadın ise erkeğin mağlubiyeti… Erkek mutlu olmayan bir kadına yakın olamıyor. Erkek için gülümseyen bir kadın hep çok çekici… Erkeğin doğası bu, başka bir şey beklememek gerekiyor. Kadın mutlu olmak istiyorsa, gülümsemeli ve mutlu görünmeli… Ancak elbette erkeklerin de yapması gereken şeyler var… Mesela erkekler de kadına seks dışında dokunmayı öğrenmeli… Çünkü erkekler sadece seks yapacakları zaman kadına dokunuyorlar, onun dışında dokunmuyorlar, bu da kadına kendini değersiz hissettiriyor. Diğer önemli bir konu ise, erkek kadını ilgiyle dinleyecek ve anlayacak… Partneriyle gün içinde telefonla araşacak, mesaj atacak, en azından akşamları konuşacak… Göz teması ve gönül teması kuracak ve partnerine dokunarak onu dinleyecek… Erkekler bu iki şeyi yapıp, bir de kadına iltifat ederlerse, erkek de kadın da mutlu olabiliyor. Yani erkekler dinleyecek, kadınlar gülümseyerek karşılayacak ve kadın erkeğe hatasını asla söylemeyecek ama hatasını düzeltebileceğine inanacak ve onu motive edecek. Yani kadının gülümseyebilmesi için erkeğin de kadını mutlu etmesi gerekiyor. Ama birçok çift genelde suçlayan ve işaret parmağıyla suçlu arayan bir dili seçiyor. Oysa karşılık beklemeden sevmek ve koşulsuzca sevgiyi göstermek gerekiyor.
Bu beceriyi gösteren çiftler hem ilişkilerini güçlendirmiş, hem de duygusal yakınlık ihtiyaçlarını gidermiş olurlar…
Ne güzel söylemiş şair: ”İKİ KALP ARASINDA EN KISA YOL; BİRBİRİNE UZANMIŞ VE ZAMAN ZAMAN ANCAK PARMAK UÇLARIYLA DEĞEBİLEN İKİ KOL.”
Sevgiyle kalın dostlar…