Plajın kıyısındaki kafe, bu günlerde onun en çok vakit geçirdiği yerdi. Kahvaltıdan sonra bisikletine biniyor, iki kilometre kadar yol aldıktan sonra buraya ulaşıyordu. Neredeyse on gündür denize girmiyordu. Akşam saatlerine kadar bir yandan çay kahve içiyor bir yanda okuyordu. Plajın gürültüsü ve görüntüsü ilgisini çekmiyordu. Akşam saatlerini hafif alkolle karşılıyor, gece yarısına dek hem okuyor hem içiyordu. Düzgün fiziği çevredekilerin ilgisini çekiyor, konuşmaya çalışanlar oluyor, az cevapla geçiştiriyordu. Gece yarısı bisikleti yedekleyip giderken kumsala iniyor, kumlara yazı yazıyordu. Unut. Tek sözcük. Arkasında bıraktığı yazıyı o daha uzaklaşmadan dalgalar siliyordu. Eve kadar belki 20 unut yazıyordu. O sabah internette gördüğü cümleler ilgisini çekti. Doğruydu. “İnsanlar sizden uzaklaştığı zaman bırakınız gitsinler. Kaderiniz asla onlara bağlı değildir ve bu onların kötü olduğu anlamına gelmez. Sadece sizin hikayenizdeki rollerinin sona erdiği anlamına gelir.” Julia Roberts. Bu kadın, bu sözleri yazma gereğini neden duydu acaba? “Bu onların kötü olduğu anlamına gelmez.” Peki kalan, uzaklaşılan mı kötüdür? Yine karışmaya başladı işte kafası. Unutacaktı. Unutmalıydı.
Yeniden kitaba döndü. Okumaya zorladı kendini. Bu kez radyodan yükselen ses inadına ortaya çıkardı duygularını. “Unutturamaz seni hiç bir şey, unutulsam da ben/Her yerde sen, her şeyde sen/Bilmem ki nasıl söylesem?” Yüzlerce kilometre uzaklıktaki kadın bir anda geldi karşısına oturdu. Bakmaya başladı. Kırmızı elbisesi, kırmızı ruju, kapkara saçları, gözleri… Oysa kaçmıştı işte uzaklara. İstanbul nere, Kuşadası nereydi? Gündüzleri böyleydi de geceleri farklı mıydı sanki? Biraz uyusa düş kapanına yakalanıyordu. Uyuyor düş, uyanıyor hayal… Sabah olmuyordu bir türlü.
İki yıl kadar önceydi. Mefisto Kitapevi’nde bir kitaba uzatmıştı elini. Aynı anda bir başka el de aynı kitaba uzanmıştı. Uzun parmaklı, kırımızı ojeli bir el. Dönüp baktığında bir çift gözü gördü yalnızca. – “Özür dilerim, sizin alacağınızı düşünemedem”dedi kız. – “Özür dilemeyin lütfen, ikimiz de aynı kitabı almak istemişiz o kadar.” Bütün ısrarına rağmen almamıştı kitabı kadın. Oysa kendisi başka bir kitabevinden de alabilirdi kitabı. Attilla İlhan’ın “Ben Sana Mecburum” adlı şiir kitabını alıp üst kattaki kafeye çıktığında tekrar karşılaşmışlardı. Kafede yalnızca o vardı. Doğrudan masasına gidip: – “Kitabı ben aldım. Kahveleri ısmarlamak da bana düşer” deyince iriraz etmemişti kadın. Adı Deniz’miş. Resim eğitimi almış. Nişantaşı’nda bir resim galerisi varmış. Galeri Deniz’miş adı. Resmi ve resim yapmaı çok severmiş. Ayrıca müziğe ve edebiyata da meraklıymış. Simsiyah saçları, yeşilin hangi tonu olduğunu bilemediği iri gözleri, çıkık elmacık kemikleri ve dolgun dudaklarıyla çok güzel bir Deniz. Çivit mavisi bir elbise vardı üzerinde. Konuştukça konuşuyor, konu konuyu açıyordu. En son şiir kitabını rastgele açıp şiirlerden fal tuttular. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan akşam oldu. Telefon numaralarını aldılar birbirlerinin. Kısa bir süre sonra ayrılmaz ikili, daha sonra da sevgili oldular. Burak akşam saatlerine doğru galeriye gidiyor, galeriyi birlikte kapatıp çıkıyorlardı. Bütün büyü bir akşam üstü galeriye Feriha’nın gelişiyle bozuldu. Feriha, Burak’ın eski sevgilisiydi. Deniz’in arkadaşıymış. Ertesi gün gittiğinde galeri kapalıydı. Telefonu engellenmişti. Bütün arama çalışmaları sonuçsuz kalmıştı. Unutmaktı tüm yapabileceği ama olmuyordu işte. Kararını verdi. Gidecekti İstanbul’a yine. Öğle saatlerinde Deniz’in galeriye geldiğini gördü. Ne yapmalıydı, nasıl yapmalıydı da yeniden kazanmalıydı Deniz’i? Beyoğlu’na Sahaflar Çarşısı’na gitti dosdoğru. “Ben Sana Mecburum”un ilk baskısını sordu neredeyse bütün dükkanlara. En sonunda bir hanım satıcı, kitabın kendi koleksiyonunda olduğunu, satmayacağını söyledi. Burak’ın yalvarmalarına dayanamayıp kararını değiştirdi ama yüklü bir para istedi. Kitabı alıp doğruca galeriye gitti Burak. Galeriye elindeki kitapla giren Burak’ı görence gülümsemekten kendini alamadı Deniz. Burak kitabı açıp ilk dizeleri okumaya başladı. – “Ben sana mecburum bilemezsin/Adını mıh gibi aklımda tutuyorum.” – “Ben de…” dedi Deniz.