EVRENDEKİ SIR…

Sevgili Binnur’un ‘yazımın henüz eline ulaşmadığı’ mesajını gördüğümde bu ay ne yazacağıma daha tam bir karar verememiştim.

Yaza sıkı bir giriş yapmış olmakla birlikte sonrasında tüm yazı aşırı sıcaklardan korunmak için pencereleri ve perdeleri kapalı bir evin içinde geçirmiştim. Açıkçası kendimi geliştirmek adına da bir şey yaptığımı söyleyemem; birkaç güzel film seyretmek dışında. Okumak istediğim kitapların çoğunun kapağını bile açmadan geçen bir yaz oldu benim için. Bununla beraber iyi kahve pişirme ve ev ekmeleri yapma konularında hayli aşama kaydettiğim söylenebilir. Bu şartlar altında nasıl bir yazı yazmalıydım?

Bu düşüncelerle daha fazla evde duramadım ve bisikletime binip ıssız yolları buldum. Sıcaklar biraz daha azalmıştı. Yolda küçük kır çiçeklerini seyrederek dik yokuşları tırmanmaya başladım. Bisiklet sürmek bana iyi bir terapi oluyor. Bazı sporlarda beyin sadece yaptığı işe odaklanıp insanın sorunlarından  uzaklaşmasını sağlıyor. Örneğin kayak yaparken kesinlikle kaymanın dışında hiçbir şeyle ilgilenemezsiniz. Bir seferinde dikkatim dağıldığı için bacağım kopma noktasına gelmişti ama bisiklet sürerken beyin serotonin hormonu salgılıyor, vücut gevşeyip rahatlıyor.

Ben de bisikletimin pedallarına tembel tembel basarken etrafımda gördüğüm onlarca güzelliğe rağmen yine de mutlu olabilmenin zor olduğunu düşünüyorum. Herkes için zor bir dünyada yaşıyoruz. Bir çocuk, kadın, erkek, öğrenci, eş, anne, baba… sonuç olarak sıfatın her ne ise o şekilde mutlu olabilmek için zor bir hayat sürdürüyoruz. Yaşadığımız evin dışa açılan tüm kapı ve pencerelerine sanal dünyaya ait film çekilmiş adeta. Perdeyi aralasan karşına gülen yüzler, mutlu suratlar; kapıyı açsan sağlıklı fit insanlar; pencereye baksan seni başarılı insanlar karşılıyor. Her yer ve her şey harikalardan oluşan bir film şeridi gibi. Masmavi gökyüzü, mutlu çiçekler, neşeyle cıvıldaşan kuşlar var etrafımızda. Ve biz tüm bu mükemmelliğin içinde kendimizi sorgularken buluyoruz “Ben hayatın neresindeyim? Bu yaşıma kadar ne başardım?” Bu soruları çoğunlukla  mutsuzluklarımız ve umutsuzluklarımız takip ediyor.

Tüm bu düşüncelerle Çamlık Seyir Tepesi’ne ulaşmıştım. Etrafta bir iki kişinin dışında kimse yoktu. Uzun zamandır, oraya gelmediğimi hatırladım. Şehrin manzarasına bakıp içimden “güzelmiş” diye geçirdim. Işıl ışıl gökyüzünü, mutlu kuşları, telaş içerisindeki karıncaları bir süre boş gözlerle seyrettim. Dudaklarımdan fısıltı halinde “Bir sır perdesi var Evren’de” cümlesi çıktı. O pencerelerin, kapıların üstünü örten film bir aralansa her şey saçılacak etrafa. Ben, sen, o, hepimiz aslında aynı yolun izindeyiz. Etrafına gülümse, poz ver, iki öpüş bir kahkaha ile mutlu görünen insanların hayatlarında pastel tonlarda var. Her şey Evren’in sırrını gizlemek için bir çaba içerisinde. Evet! Ölüm, kendisini gizliyor güzelliklerin içerisine. Bu dünyaya sadece bir süreliğine konuk olarak geldik fakat hiç gitmeyecekmişiz gibi büyük bir tutkuyla yaşıyoruz.

Oysa ki, amacımız mutlu olmak.

Mutluluğun bir tohum gibi ekilip, yeşertilip, geliştirilen bir kavram olduğuna inanıyorum. Bunun için çabalamak gerekiyor. Bu konuda herkesin elinden gelen farklılık gösterebilir fakat mutlu olabilmek adına elimizden geleni yaptığımızı iç sesimiz kulağımıza fısıldıyorsa bunun adı mutluluktur.

Kim neyi başarırsa başarsın, nasıl yaşarsa yaşasın, her şeyin bir ömrü var. Evren’deki tek gerçek kozmosa gizlenmiş bu sır.

Belli kalıpların içerisine girmeden, kendimizi itelemeden ama aklımızı ve kalbimizi dinleyerek karanlıklarda el yordamıyla ilerlemeye çalışırken sormamız gereken soru: “Mutlu olabilmek için elimden geleni yapıyor muyum?” olmalı.

Çamlık Seyir Tepesi’nden aşağıya sallandım. Düşmemeye çalışıyorum, yolda taşlar ve çukurlar var. Sevgili dostlarım hepimize iyi sürüşler olsun; yaşamak adına, mutlu olmak adına….

Bir cevap yazın