GECENİN GETİRDİĞİ GİZEMLİ ÇUVAL

Gök gürültüleri, şimşekler, zaten hafif olan uykusundan uyandırdı. Pencereye gidip perdeyi açtığında, şiddetli bir yağmur yağdığını gördü. Evleri tek katlı ve bahçeliydi. Yağmurun gürültüsü arasından, koşan bir adamın ayak seslerini duydu. Alçak bahçe duvarının ötesinde onu gördü. Koşmaktan bitap düşmüştü. Sırtında kocaman bir çuval vardı. Arkadakiler yaklaşmış, yakalamak üzerelerdi onu. Ani bir kararla çuvalı bahçe duvarından içeri atıp hızla uzaklaştı. Az sonra, jandarmalar ve polisler göründü ve hızla uzaklaştılar. Ali Amca, ne atmıştı bahçeye? Merakla dışarı çıktı ve çuvalı kaldırmaya çalıştı. Çuval oldukça ağırdı. Güçlükle içeri taşıdı. Ailesi pamuk ırgatlığına gittiğinden yalnızdı. Işığı yakmadan çuvalın ağzını açtı. Şaşkınlıktan boğazı kurudu birden. Çuval para doluydu. Ellilik, yüzlük kağıt paralar vardı demet demet. Bu paraları nereden almıştı Ali Amca, neden kaçıyordu? Yani işin içinde bir yasa dışılık vardı. Bu paralar onun olsa neler yapmazdı ki? Yarım kalan tahsilini tamamlar, zengin kızı Nalan’ı babasından istemeye yüzü olurdu.

Ercan yirmi yaşındaydı, uzun boylu, yakışıklı bir delikanlıydı. Ama talihi kendisi gibi güzel değildi. Durumları iyiyken, liseyi ilçede bitirmiş, üniversiteyi de kazanmıştı. Orman mühendisi olacaktı. Ama birdenbire hayvanları hastalanmış, teker teker ölmüştü. Okulu dondurmak zorunda kalmıştı. Nalan, asıl önemli olan Nalan’dı hayatında. Kasabanın en güzel kızıydı. Gözlerine bakarken eridiğini hissederdi. Mavi gözleri, sarı saçları gözlerinin önünden gitmiyordu bir türlü. Nalan da onu seviyordu ama babası görüşmelerini yasaklamıştı. Mühendis olamayacağını anlayınca değişivermişti adam. “Ben fakire kız vermem. Ya zengin olacak ya da memur olacak.” diyordu. İki sevgili bir çıkmazın içine girmiş, ne yapacaklarını şaşırmışlardı.

Dışardan yine sesler gelmeye başlayınca, düşüncelerinden sıyrılıp pencereye gitti. Polisler Ali Amca’yı yakalamış götürüyorlardı. O gece sabaha kadar uyuyamadı. Düşünüyor, düşünüyor bir çözüm bulamıyordu. Bu çuvalı ne yapacaktı? Sonunda çuvalı saklayıp, kimseye söz etmeme kararı aldı. Ali Amca gelince konuşur anlaşırdı. Aslında zor ve karışık bir adamdı. Gençliğinde bir yaralamadan ötürü cezaevinde yattığı biliniyordu. Zaman zaman yabancı adamlar geliyordu yanına. Aslında çok kibar, sevecen, tatlı dilli, muhabbeti dinlenir bir adamdı.

Tan vaktiydi. Kapının usul usul çalındığını duyunca ürperdi. Yoksa jandarma kapısına mı dayanmıştı? Telaşla kapıyı açınca gördüğüne inanamadı. Bütün güzelliğiyle Nalan gülümsüyordu: Dün akşam geldim İzmir’den. Gece ışığını gördüm. Evde başka kimse de görünmüyordu. Günün dedikoducu gözlerinden uzak olalım, diye erkenden geldim. İçeri almayacak mısın beni? Hemen kenara çekilip: Olur mu öyle şey buyur tabi. Dedi Ercan. İçeri geçerlerken de düşündü, ne gece, ne sabah bu. Lodos yağmuru getirdi, sıkıntılar gitti. Para da geldi, sevgili de… Kendini hiç bu kadar hafif hissetmemişti. Konuştular, konuştular, bakıştılar. Dokundular biraz birbirlerine. Sokaktan sesler gelmeye başlayınca gitti Nalan. Ercan ona: Bekle beni, yakın zamanda bütün hayatımız değişebilir, deyince nasıl baktığını hatırlayıp gülümsedi.

Yağmur bir hafta devam etti. Yağdı, yağdı, yağdı. Kasabalılar bir hafta işe gidemedi. Kahveler, doldu doldu boşaldı. Bu hafta içinde, iki kez görüştü Nalan’la Ercan. Nalan, ne kadar uğraştıysa da tek kelime alamadı, “bekle” ile başlayan cümleyle ilgili. İzmir’e okuluna döndü.

Ali Amca’nın yok oluşu kimseyi şaşırtmamıştı ki gelişi şaşırtsın. Tek şaşıran Ercan’dı. O kadar polis, o kadar jandarmanın götürdüğü adam, nasıl olmuştu da bir haftada kurtulmuştu? En tuhafı da Ali Amca, onu görünce göz kırpmıştı. Az sonra da getirdiği çayı bırakırken, fısıldamıştı: Gece herkes çıksın sen çıkma, konuşalım akıllı oğlum.  Tamam anlamında başını sallamıştı o da.

Gece söze Ali Amca başladı: Yeğenim sözümü kesmeden beni dinle. Sonra, evet- hayır dersin. Bak akıllı evladım. Geçen gece ben bomba taşıyordum. Polis, jandarma peşime düşünce az kalsın elimde patlayacaktı. Ben ne yaptım? Ben bombayı sizin bahçeye attım. Patlamadı. Şimdi patlarsa zararını sen göreceksin. Ben sana zarar çektirmem güzel evladım. Ben aynı zamanda bomba imha uzmanıyım. Çözüm uzmanıyım. Bakma bomba dediğime, sanat eseri onların her biri. Sen anladın neden söz ettiğimi. Ressamı var, kalıpçısı var, baskıcısı var. Kağıtlar desen ithal. Şimdi top sende güzel evladım. Ben istemesem de sana bir pas attım. Tam gollük pas. Ya o topu kaleye atarsın, hepimizin hayatı değişir, ya da taca atarsın dımdızlak yaşarız. Bu paraları ben elime alıp bozdurmaya kalksam yanarım. Hep peşimde olacak polis, jandarma. Siz tertemizsiniz. Bu paralar yüzünden memleket ekonomisi zarar görmez. Sahicisinden ayırt edene bağışlarım hepsini. Sen de el sürmeyeceksin paralara. Abilerin, iki abin, dağ köylerinden büyükbaş hayvan alacaklar. Sonra pazarlarda satacaklar. Al, sat. Al, sat. Böyle büyüyecek sermaye. Bir jeepiniz olacak. Hani plakaları yağmurdan, çamurdan okunmayan. Gidip bir benzinlikten mazot alacak. Para verip üstünü alacak. Tekrar tekrar olunca, sermaye artacak. Sermayenin yarısı sizin, yarısı benim olacak. Son söz, bütün bunları, sen bileceksin, iki abin bilecek, ben bileceğim. Eşler ve sevgililer bilmeyecek. O kıza söylemedin değil mi?

O ana kadar sessiz ve şaşkın dinleyen Ercan: Hayır söylemedim amca. Ali Amca devam etti: Aferin evladım. O kayınpederin olacak adam sağda solda sallıyor, ben o adama kız vermem, diye. Kız nasıl verilir göstereceğiz ona. Sen istersen, tereyağından kıl çeker gibi halledersin bu işi. Abilerini de ikna edersin. Hayır dersen unuturuz mevzuyu. Bir ateş çekeriz yanar gider o sanat eserleri. İstersen bana hayır dersin, yaktım dersin, kullanırsın, ona da bir şey diyemem. Ama ben, senle o kızın nikah şahitliğine soyundum şu anda. Gel kabul et, aşkınıza da yazık olmasın. Ali Amca konuştu Ercan dinledi saatlerce. Sonra: Son cevabın nedir Ercan evladım, evet mi, hayır mı? Sorusuna “evet” dedi Ercan. Abileriyle konuştu, ikna etti. Çark dönmeye başladı. Hayvan alım satımları, mazot alımları derken, sermaye oluşmaya başladı.

İzmir’e giden otobüste, hayaller kurmaya başladı Ercan. Sevdiğine sürpriz yapmalı, tesadüfmüş gibi çıkmalıydı karşısına. Onu ilk önce Nalan fark etmeliydi. Çıkış saatinde, bahçede ters istikamette yürürse gerçekleşirdi bu. Bir taraftan da parayı düşünüyordu. Bu para onu rahatsız ediyordu. Çok rahatsız ediyordu hem de. Ama başka çıkışı yoktu. Başka çaresi de yoktu. Abileri, piyangodan para çıktığını söyleyip inandırdılar insanları. Ali Amca, zaten varlıklı sayılırdı. Bu paralar kurtuluşuydu ama geri ödenmeliydi topluma. O gün o otobüste söz verdi kendine. Bir şeyler yapacaktı.

Nalan, günün yorgunluğuyla okul çıkışına doğru yürürken, karşıdan gördü Ercan’ı. Çok şaşırdı. Bu saatte burada ne işi vardı ki? Yaklaştıkları halde Ercan görmemişti onu. Seslendi: Ercaaaan! Duymuyordu işte. İyice yaklaştıklarında gördü nihayet. Koşarak sarıldılar birbirlerine.

Düğün şahitlerinden biri Ali Amca’ydı. Kimse bir anlam veremese de üzerinde durmadı. Ercan mühendis olmuştu, Nalan öğretmen. Güzel bir yaşamları vardı. İlçede bir bina yükseliyordu. Adları sonsuza dek yaşamasa da kurtardıkları, hayata kazandırdıkları genç kızlar güzel yaşayacaklardı. Köy ve kasabalardan gelecek kızlara hizmet verecek bir kız yurdu yaptırıyorlardı. Kızlar hiçbir ücret ödemeden kalacaklardı bu yurtta.

Yurdun açıldığı gün en mutlu günüydü Ercan’ın. Eşiyle el ele mutluluk gülüşleri saçıyorlardı çevrelerine. Kendisine mikrofon sırası geldiğinde: Bu bir SANAT ESERİDİR, dedi. Tabelada SANAT KIZ YURDU yazıyordu.

Bir cevap yazın