Yaşamda başımıza gelen bazı olaylar kaderimiz midir? Alnımıza yazılmış mıdır yalnızlık? Neden bazı insanlar hep aynı olayları yaşar, hep aynı durumlardan yakınır? Yakındıkları durum ya da olay neden hep tekrarlanır? Neden sonsuz bir lanet, değişmez bir alın yazısı gibi hayatlarını sürekli mahveder? Neden sürekli acı dolu bir sil baştan yaşanır? Neden hayatına giren bütün erkekler o kadını terk eder? Neden hayatına giren bütün kadınlar o adamı aşağılar? Sürekli kendini terk edecek erkeklere âşık olan kadına, kendini aşağılayacak kadınları çekici bulan adama bunları yaptıran nedir, bu kısırdöngüden nasıl kurtulabilirler?
Yunan mitolojisinde Sirenler bir adada yaşadıklarına inanılan kuş gibi kanatları ve balık gibi kuyrukları olan dişi deniz yaratıklarıdır. Sirenlerin adası derin uçurumlarla ve sarp kayalıklarla çevrilidir. Sirenler çok güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek denizcileri adalarına doğru çekerler. Onların muhteşem şarkılarıyla büyülenen denizciler adaya doğru yaklaştıklarında gemileri kayalıklara çarpar ve denizciler sirenlere yem olurlar. Yalnızca Odysseus ve arkadaşları Sirenlerden kurtulmayı başarabilmişlerdir. Onlar da Sirenlerin şarkılarının çekimine kapılmış bir halde gemileriyle Siren adasına yaklaşırken, Ulu Tanrıça Kirk’e seslenmiş ve şöyle demiştir: “Odysseus Sirenlerin büyüleyen seslerinden sakının. Bilmeden kim dinlerse onları, yandı, bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne çocukları… Durmayın sakın orada, yürüyün! Arkadaşlarının da kulaklarını balmumuyla tıka ki, Sirenlerin sesini duymasınlar. Bağlasınlar ayakta seni kollarından bacaklarından orta direğe ve sen dinle o sesleri sadece. Ama arkadaşlarına iplerini çözmeleri için yalvarırsan, onlar seni bir kat daha sıkı bağlasınlar direğe…” Bunun üzerine Odysseus gemidekilerin kulaklarını balmumuyla tıkar, kendini de geminin direğine bağlatır. Böylece arkadaşları Sirenlerin sesini duyamadıkları, o da bağlı olduğu için Sirenlerin tuzağına düşmekten ve ölümden kurtulurlar. Geçmişe Sirenler gibi çağırır bizi… Şimdi ve şu andan koparak büyülenmişçesine hiçbir şey düşünmeden uçurumlar ve kayalıklarla çepeçevre olduğu için asla ulaşamayacağımız adaya, yani geçmişe doğru sürükleniriz hiç farkında olmadan… Sonra da bırakıveririz kendimizi tehlikeli sulara… Bu tehlikeli sular ise yakın ilişkilerimizdir çoğunlukla… Geçmişte yaşadıklarımızı tekrar tekrar yaşamaya çabalarız her yeni ilişkimizde… Çünkü keşfedilmemiş sulara girmektense tehlikeli olsa bile sonuç tahmin edilebilir olduğu için aşina olduğumuz sulara geri döneriz. Yeni bir başlangıç sandığımız ilişkiler, aslında geçmişin sirenlerinin çağırıp bizi içine çektiği bildik, tanıdık yaşam senaryolarımızdır. Oyuncular, dekorlar, mekânlar değişse de senaryo hep aynı kalır. Psikoloji terimleriyle “geçmişin tekrar etme zorlantısıdır bu senaryonun adı…
Geçmiş sürekli tekrar ederek bugünü ve geleceği şekillendirmeye, sınırlamaya ve engellemeye devam eder. Şimdiki zaman, geçmişin sonsuz bir tekrarı haline gelir ve gelecek için umudumuz yok olur. Aile mirasımız, içine doğup büyüdüğümüz ailemiz, çocukluk deneyimlerimiz, yaşadığımız travmalar, olumsuz duygularla baş etme yollarımız ve savunma mekanizmalarımız, yetişkinlerin ve akranların davranışlarını algılama biçimlerimiz gibi birçok faktör 0–7 yaş döneminde yaşam senaryomuzun ana taslağını oluşturur. Ebeveynlerimiz tarafından pekiştirilen ve yaşam boyunca inançlarımızı haklı çıkaracak deneyimlerle güçlendirilen yaşam senaryomuz, yetişkin olarak yaşam tarzımız üzerinde derin ve güçlü bir etkiye sahiptir. Olumlu ya da olumsuz olarak kökleşmiş kalıplar içerir ve aldığımız kararları, kendimizi ve yeteneklerimizi nasıl gördüğümüzü ve nasıl davrandığımızı belirler. Stres, endişe, öfke gibi olumsuz duygular hissettiğimizde tanıdık olanı ve güvenli hissettiren şeyi tekrar ederiz, elbette neyi tekrar ettiğimizi bilmeden bilinçdışımızdan içgüdüsel hareket ederiz. Bu şekilde tepki vermek istemesek de yaşam senaryomuz bize tanıdık gelen bir model oluşturmuştur. Farklı tepki vermek, daha olumlu olsa da bizi yabancı hissettirir. İnsanlar tanıdık olanda rahatlık ve güven bulurlar. Örneğin, genellikle aynı restoranda aynı yemeği seçeriz. Menüdeki çok sayıdaki seçenek arasından bildiğimiz ve tanıdığımız tadı seçmenin, farklı bir şey seçtiğimizde söz konusu olabilecek tadını beğenmeme ve yiyemediğimiz için aç kalma, karnımızı doyuramadığımız halde parasını ödeme gibi riskleri yoktur. Öte yandan yaşam senaryomuz kendimizi sabote etme gücüne sahiptir. Çok zengin olmak, hayallerimizdeki kişiyle tanışmak veya iş dünyasında başarılı olmak istediğimizi düşünebiliriz. Ancak yaşam senaryomuzun teması yoksulluk, reddedilme veya başarısızlık ise bundan farklı bir şey yaşayamayız. Çünkü bizi bu kalıp veya inançlardan uzaklaştıracak her şeyi bilinçsizce reddeder ve kendimizi yaşam senaryomuzun içine hapsederiz, bir nevi Sirenlerin büyülü sesine kapılırız.
Yaşam senaryoları genellikle bebekler, çocuklar, ergenler ve hatta yetişkinler tarafından, önemli kişilerle gelişimsel temelli hayati ihtiyaçları karşılamada defalarca başarısız olan ilişkilerdeki aksaklıklarla başa çıkmanın bir yolu olarak geliştirilir. Yaşam senaryomuz ile geçmişin tekrar etme zorlantısı arasında döngüsel bir ilişki vardır, çünkü bilinçdışı olarak geçmiş ilişki kalıplarımızı ve travmalarımızı, iyileşmek, huzur bulmak için tekrar yaşamak isteriz. Çocuk aklımızla çözemediğimiz, bilinçdışının derinliklerine hapsettiğimiz çocukluk travmalarımızdan dolayı hasar alan ve tamir edilmeyi bekleyen ruhumuz bu döngüyü tekrar tekrar yaşamak, kontrol edilemeyenler üzerinde kontrolü geri almak ve geçmişteki çaresizliğimize şimdi çözüm bulmak ister. Yaşam senaryomuza uygun oyuncular arar ya da tam kendimize uygun rollere sahip yaşam senaryolarının bir parçası olur
Ne kadar acı verici ve yıkıcı olsa da bu ilişkilere girer ve geçmişteki acılarımıza son vermeye çalışırız. Ancak bunu bilinçli bir şekilde yapmadığımız için tıpkı Sirenlerin şarkılarının büyüsüne kapılıp onlara yem olan denizciler gibi biz de yaşam senaryomuzun kurbanı oluruz. Oysa Odysseus gibi kendimizi aklın direğine bağlayarak, yani bilinçli farkındalıkla yaşadıklarımızı bilerek sonuçlarını değerlendirerek seçimlerimizi buna göre yaparsak geçmişin karanlık sularından kurtulabiliriz. Yaşam senaryomuzdaki kalıplara dayanmayan yeni varoluş ve ilişki biçimleri yaratarak geçmişimizin tutsağı olmak yerine, geleceğimizin kâşifi oluruz.
Geçmişi tekrarlama döngüsüne takılıp kalmak ve yaşam senaryosunun dışına çıkamamak, geleceğin de acılar ve mutsuzluklarla dolu olacağı inancını geliştirir. Elbette hayat mutluluklar kadar acılar da barındırır ve belki de önlenebilecek tek acı, acıdan kaçınmaya çalışmaktan kaynaklanan acıdır. Yaşamda amacımız acı çekmemek değil, acılara değer bir hayat yaşamaktır. İyi hissetmek değil, anlamlı bir yaşam bağlamında her şeyi hissetmektir. Yaşamı her zaman kolay ve keyifli hale getirmek yerine engellerin üstesinden gelmenin değerini hissederek zorlu bir mücadele olsa da hayatın her yönüyle yaşanmaya değer olduğunu kabul etmektir. Zor oldu ama güzeldi diyerek bu yaşamdan geçebilmektir. Farkındalık dediğimiz o büyülü durumu cesaretle birleştirenler yaşamlarını daha doyumlu, daha huzurlu bir hale dönüştürebilirler. Psikoterapinin, değişim ve dönüşüm yolculuğundaki kişiye en büyük yardımcı olacağını unutmadan cesaretle adım atın. Kırın zincirlerinizi..
Sevgilerimle..