ÖPÜCÜK

                                                                          ÖPÜCÜK

yazı – Savaş Ünlü

 İstikalal Caddesi’nde sokak arasındaki çaycıda birer kahve içmişlerdi. Muhsin, muhteşem bir sanat eserine bakar gibi bakıyordu Trişin yayla çiçeğim dediği kadına. Uzun bir sohbete dalmışlardı. Sanat, kültür, tiyatro üzerine iki saate yakın konuştular. İstiklal Caddesi’nin üstüne gri bir tül çekilecekti. Tam zamanıydı. Çıktılar oradan caddede yürüyorlardı. Sokak çalgıcıları çıkmışlardı sahnelerine. Her kafadan bir ses geliyordu. 

            Muhsin, Çiçek Pasajı’nın önüne gelince durdu. Elini tuttuğu için Helin de durmak zorunda kaldı.

            -Gel haydi İmroz’a gidelim.

            Helin:

            -Sen önermesen ben önerecektim.

            Balık pazarından geçip Nev-izade sokağına saptılar. Her mekanın önünden geçerken, garsonlar buyurun abi, demeden edemediler.

            Helin:

            -Bu ilgi sana, herkes davet ediyor.

            Muhsin gülüyordu.

            -Bırak o kadar da olsun…

            İmroz’a yaklaşınca kocaman cüssesiyle Ali karşıladı.

            -Hoş geldin Muhsin abi, abla siz de hoş geldiniz…

            Ali, mekanın sahibiydi, buranın eşsiz işletmecisi Yorgo öldükten sonra onun oğlu Vasili’yle işletiyorlardı. Otuz yıla yakındır gider gelirdi oraya. İstanbul’da olduğunda elbette. Meslek yaşantısında yaz aylarında, tatillerde uğrardı. Ne geceleri geçmişti orada. Ne anılar biriktirmişti. Yorgo ile gece yarılarına dek süren muhabbetler unutulacak gibi değildi. Orhan Velilerin, Sait Faiklerin gittiği Krepen Pasajı’ndan beri ayaktaydı bu meyhane.

            Gece iyice bastırmıştı. İmroz her zaman olduğu gibi yükünü almıştı. Boş masa yoktu. Muhsinler dışarıda bir masadaydılar. Sinsi bir serinlik insanı ısırmıyor değildi. Ona ikisi de aldırmıyordu.

            Muhsin şımarık bir çocuk gibi masaya oturduklarından beri aynı sözü yineliyordu.

            -Helin seni seviyorum, seni çok seviyorum…

            Güzel kadın, sadece gülümsüyordu bu söze. Masaya gelenlerin çoğuna çatal değdirmemişlerdi. Yediği pizza iştahını kesmişti. Muhsin de Helin yemezse elini sürmezdi. Nasıl bir sevgiydi buna akıl sır ermezdi. Sevdiği kadının adet sancısı tutsun onun da sancısı tutardı. Biricik kar tanesi için gözyaşı dökerdi. Buna inanası olmazdı Helin.

-Nasıl bir adamsın anlamıyorum?

-Bir sevdim pir sevdim, derdi Muhsin.

Büyük şişe rakının yarısını bitirmişlerdi. İkisi de dayanıklıydı. Yıllardır neler içmişlerdi geceler boyu. İkisinde de en küçük bir bozulma, değişiklik olmazdı davranışlarında. Oturduğu gibi kalkarlardı. Sadece şakaların dozu artardı. İçkiden değildi gülüşmeler. İkisi de bayılırdı gülmeye…    

Muhsin yine aynı sözleri söylüyordu.

-Seni seviyorum Helin…

Karşılığını bekliyordu. Ben de seni seviyorum, dese susacaktı. Muhsin bu sözü söyledikten yarım dakika sonra Helin Muhsin’in elini tutup ayağa kalktı. Adam da kalktı zorunlu olarak.

Bir ses yankılandı Nevizade sokağında.

-Ben de seni seviyorum, ben de seni seviyorum anlıyor musun?

Helin, Muhsin’in dudaklarına bir öpücük kondurdu ki…

Çevresinde onlarca insan varmış, masalar doluymuş, umurunda değildi Helin’in…

            Muhsin, sanki ilk kez öpüşüyormuş gibi mutluluğu doruklardaydı. Bir süre konuşmadı. Dudaklar havada birleşince şimşekler çakmış, sonra durulmuştu. Alt dudağına bir kuş tüyü gelip konmuştu, onun mutluluğu nasıl tanımlanırdı ki… Hayır, hayır,  bir kelebek konmuştu. Belki de değip gitmişti. Nasıl bir tat bırakmıştı kendisinde. Saatlerce, sabahlara dek sevişmeye bedel bir öpücüktü. Tattığı hazzı anlatmaya da sözcükler yetmezdi… Bir destan yazılmış kısa süren öpücükle, her zaman olduğu gibi… Muhsin, bu güne dek böyle güzel bir öpücük yaşamadım, diyordu içinden. Helin’le her öpüşmesi en güzel öpücüktü. O da ayrı konuydu…

Öpüşmenin aşkın dili olduğunu sevdiği kadında öğrenmişti. Havada birleşen iki dudak yine mesaj yollamıştı. Duygu aşılmış tutku gizlenmişti öpüşlerine. Helin’in yumuşacık dudaklarını tüm bedeninde duyumsamıştı. Biterdi onun dudaklarına. Hele aralarından dişleri görününce hafifçe…  

Muhsin, fırtınada alabora olmuş bir gemi gibi kendini toparlamaya çalışıyordu. Helin sevdiği adama hınzırca bakışlarıyla sevmek böyle olur, diyordu…

Sevdiği kadının her öpücüğü ilk öpücük gibi gelirdi kendisine Muhsin’in. Yaşam boyu unutulmayacak romantik ilk öpücük.

Gökyüzünde ayın saltanatı başlamıştı. Beyaz ay ışığı koca kenti yıkıyordu. Her yere öpücükler konduruyordu. Hiçbir öpücük Helin’in öpücüğü kadar etkili olamazdı.

            Muhsin, her öpüştüklerindeki gibi öpücük sarhoşluğundan kurtulmaya çalışıyordu. Bu çok zordu. Pir elinden bade içmiş gibi birkaç günde ancak kendine gelebilecekti. Saatlerce sevişseler de öpücüğün yeri bir başkaydı. Gece uzundu, ay kenti aydınlatırken Ay Yüzlüm dediği Helin de ruhunu aydınlatacaktı…

Bir cevap yazın