Dağlar çağırıyordu yine. Dağların çağrısına uymamak olmazdı. Çağrıya aracılık eden dağcılık grubuna, “katılıyorum” mesajı gönderildi. Hava güneşli olacaktı. Üç gün durmaksızın yağan yağmur dinmişti. Dağ yürüyüşlerinin en zor tarafı sabah erkenden kalkmaktı. İlk saatler atlatıldıktan sonra gerisi kolaydı. O sabah da aynısı olmuştu. Çalan alarmla birlikte yataktan fırlaması söz konusu değildi. Ancak üçüncü uyarıdan sonra kalkabildi. Sonrası hızla duş, traş, giyinme, çay ve evden çıkış. Toplanma yerinde arkadaşlarla ilk hasret gideriş ve yol. Günün en güzel etkinliği bir köy kahvesinde köy kahvaltısı. Köyden dağ yoluna yürüyüş. Orman, ağaçlar, kuş cıvıltıları, derelerin çağıltısı. İşte hayat. Fotoğraf için duraklamalar. Günün sürprizi gerçekleşti birden. Arkadaşlardan biri: “kuzu göbeği buldum” diye bağırınca, bütün gözler avcı gözü oldu. Herkes kuzu göbeği aramaya başladı yürürken. Kimi uzaktan görüp topluyor, kimi üzerine bassa bile fark edemiyordu. O yöreden herkes kendine göre kuzu göbeği topladı. Kuzu göbekleriyle fotoğraflar çekildi. Ahmet de kuzu göbeklerini fotoğrafladı ve paylaştı. O akşam ailesine kendi elleriyle pişirip ikram etti. Ahmet’in işiydi mutfağa girip yemek pişirmek. Turizm aşçılık okuluna severek girmiş, yüksek okulda da aynı tercihi sürdürmüştü. Şimdi lüks bir kafe restoranda aşçılık yapıyor Ahmet. Uzun boylu ve yakışıklılığıyla olduğu kadar; düzgün bir insan oluşuyla da çevresindeki arkadaşları ve yakınları tarafından çok seviliyor.
Gül Cihan, ne yapacağını şaşırmış halde. Uzun zamandır hasta olan kardeşi için elinden birşey gelmemesi kahrediyor onu. Hastalık dördüncü aşamada ve kardeşi gözünün önünde eriyor ve acı çekiyor. Kader iki yıldır sırtını döndü sanki onlara. Kardeşi Murat’a bakmaktan usanan gelinleri evi terkedince nasıl da şaşırmışlardı. Kadın: “benden bu kadar, hasta bakmakla uğraşamayacağın” deyip valiziyle ayrılmıştı evden. Ama asıl darbe kocasından gelmişti. “İşin gücün kardeşin, kardeşinin hastalığı” deyip o da gitmişti evden. Nasıl bir kaderdi ki bir süre sonra birlikte olduklarını öğrenmişlerdi. Acılarını içlerine gömdüler. Murat nereden duymuşsa kuzu göbeğine takılmıştı. Kuzu göbeğinin iyileştirici olduğunu düşünüyordu. Nereden bulacaktı Gül Cihan kuzu göbeğini? Mancude bulunmaz, eczanede satılmazdı. Ahmet Facebook sayfasında Gül Cihan Ateş adında bir kadının adını görünce pek yadırgamadı. Çünkü hemen hemen her gün geliyordu arkadaşlık istekleri kadınlardan. Sayfasındaki ortak arkadaşlara, paylaşımlarına bakarak kabul ediyor ya da siliyordu. Genellikle kabul etmiyordu. Bu kadınla hiç ortak arkadaşları yoktu. Ama kadın temiz yüzlü biriydi. Hatta oldukça güzeldi. Bir gün beklemeye aldı. Bazen hemen silmez, düşünmek için bir gün bekletirdi. Ama düşüncesinden vazgeçip onayladı arkadaşlığı. Bir süre sonra telefonu çaldı. Bilinmedik bir numara arıyordu. Telefonda bir kadın sesi vardı: “Merhaba Ahmet Bey, nasılsınız? Ben Gül Cihan” diye tanıttı kendini. “Kusura bakmayın, birdenbire olacak ama sizden birşey isteyeceğim.” Böylesi görülmemişti hiç. Dakika bir, gol bir oluyordu. Kadın, hasta kardeşi için kuzu göbeği istiyordu. Facebookta fotoğrafı görmüş, ne olursa olsun istemeye karar vermiş. Kardeşinin belki de son ümidi ve isteğiymiş. Temin edip gönderebilir miymiş? “Araştırayım, ararım sizi” deyip kapattı telefonu. Doğru muydu aceba?Neden doğru olmasındı. Kuzu göbeğiyle çok ilgilenen, sürekli dağlara çıkan arkadaşı Erdoğan’ı aradı. Erdoğan yarın gidip toplayabilirdi. Tamam, dedi. Kadına telefon edip “yarından sonra gönderirim” dedi. Gül Cihan sevinçle açtı kargodan gelen koliyi. Bu umulmadık bir şanstı. Böyle bir adama rastlaması gerçekten mucizeydi. Sevincini kardeşiyle paylaştı. Ona tamamen sürpriz olsun istemişti. Ümitsizliğe kapılmasını istememişti söyleyerek. Hemen telefon etti Ahmet’e. Çok teşekkür etti. İstanbul’a geldiğinde mutlaka tanışmak, görüşmek istediğini söyledi. Ahmet, İstanbul’a gelirsem ararım diye söz verdi.
Ahmet saat 10.00’da gelmişti Yıldız Parkı’nın kapısına. Yarım saat vardı daha buluşmaya. Kıramamıştı işte yine bir kadını. Bir sürü işi vardı İstanbul’da. Beklemeyi de hiç sevmezdi. Ne o, karşıdan gelen kadın fotoğraflardaki Gül Cihan’a çok benziyordu. Evet, evet oydu gelen. O da kendisini tanımış ve adımlarını hızlandırmıştı. “Merhaba” deyip elini uzattı Ahmet. Gül Cihan da “Merhaba” dedi ama elini uzatmadan sarıldı Ahmet’e. “Hep bu anı bekledim sana teşekkür edip sarılmak için” dedi. Ahmet şaşkındı. Kadın ne kadar candandı. Üstelik fotoğraflarda göründüğünden çok daha güzeldi. Parkın içine doğru yürüdüler. Kuşlar cıvıldıyordu ağaçlarda. Sincaplar koşturuyordu ağaçların gövdesinde ve dallarında. Gül Cihan, Ahmet’in elini tuttu sımsıkı. Bu adam, adam gibi adam diye düşünüyordu. Elini bırakmamalıydı hiç. Ahmet’de sımsıkı tuttu o eli. Bu kadını bırakan adam aklını yitirmiş olmalı diye düşünüyordu. “Beni kuzu göbeği toplamaya götürür müsün dağlarına” diye sordu Gül Cihan. “Tabi götürürüm. Dağlarımız da çok sevecek seni” diye cevapladı Ahmet. Çaylarını yudumlarken çok mutluydular. Birbirlerine çok iyi gelmişlerdi.