CEMAL ATAMAN
Eylül bütün güzelliği ile hükmünü sürdürüyordu. Ne çok sıcaktı ne çok soğuktu. Terletmeyen ve üşütmeyen bir hava vardı İstanbul’da. Mavi gökyüzü beyaz bulutları konuk ederken kara bulutlar da doluveriyordu zaman zaman. Hafiften yağmur çiseliyor, serin bir rüzgar yüzünü okşuyordu sevgiyle. Böylesi güzel bir havada evde oturulmazdı. Çıktı. Yürürken nereye gitmeli diye düşünüyordu. Taksim, Beşiktaş şıklarını eleyip Nişantaşı’na yöneldi. Halaskargazi Caddesi Dörtyol. Bir taraf Ergenekon’a uzanıyor. Karşısı Rumeli Caddesi. Rumeli’ye geçilecek. Işıklar kırmızıda. Birkaç kişi bekliyor. Küçük yeşil bir balon araçların rüzgarıyla savruluyor. İnsanların gözü onu takip ediyor sanki. Tekerlerin arasına girmeden caddede yol alıyor. Soldaki araçlar durmuş, karşı sağdaki arabalar hareketli. Bir kadın, nar çiçeği elbiseli bir kadın yürüyor orta refüje kadar. Orada bekliyor. Yeşil yandı yayalara. Hızla karşıya geçiliyor. Kırmızılı kadın caddeyi geçti. Ne olduysa o zaman oldu. Birden eteklerini tutmaya çalıştı iki eliyle. Ön tarafı havalanan eteği aşağı çekiştirince arka tarafı havalandı. Ortadan çekiştirip yürüyünce kurtuldu zor durumdan. Her şey on adımlık mesafede on saniyede gerçekleşti. On kadar tanıkla. Rezil oldum diye düşündü kadın. Yüzünün kızardığını hissetti. Yapacak bir şey yoktu. Oradan hızla uzaklaşmak için adımlarını sıklaştırdı. Bacaklarında ve iç çamaşırında yoğunlaşan gözleri düşündükçe kahroldu. Otuzlu yaşlara gelmişti. Hiç bu kadar utanmamıştı. Utanmaz kadın diye düşündü arkadan gelen altmışlı yaşlardaki kadın. Baldır bacağı geç her şeyini gösterdi diye düşünüp seslendirdi. -Utanmaz kadın. Kulağına geldi bu söz kırmızılı kadının. Bir erkek sesiyle beraber. Az evvel gördüğü kasketli, sakallı adam olmalıydı. Ağır bir küfürdü ağzından çıkan. Arkadan bir ses daha yükseldi. – Terbiyesizlik etme. – Edersem ne olacak? Sen mi terbiye edeceksin? Arkasından üç el silah sesi duyuldu. Telaşla arkaya baktığında birinin yere düştüğünü, kasketli adamın kaçtığını gördü. O tarafa doğru koşarken telefonunu bulmaya çalışıyordu çantasından. Muhtemelen kendisini edilen küfre karşı savunan adamdı yerdeki. Kendinden önce arayanların 112’ye ulaştığını görünce vazgeçti telefondan. Adamın başucuna gidip elini tuttu. Teşekkür ederim, teşekkür ederim, iyileşeceksiniz çok çabuk demekten kendini alamadı. Ambulansın önce yol verin yetişeyim çığlığı sonra kendi geldi. Görevliler adamı ambulansa alıp ilk müdahaleyi yaparken o da ambulansa binmeye çalıştı. Hareket ederken: – Ben yakınıyım diyerek kendini kabul ettirdi. Bir taraftan çantasından bir kalem bulmaya çalıştı. Eline geçen makyaj kalemiyle telefon numarasını yazdı adamın koluna. Biliyordu ki acilde ayrılacaklar, bir daha ulaşamayacaktı kendisi için kendini feda eden adama. Ambulans hastaneye ulaşınca bir koşuşmayla acile alındı. Kadın giremedi ameliyat odasına. Görevlilerin konuşmaları durumunun ağır olduğunu gösteriyordu. Bir yanı bekle diyordu bir yanı evde çocuğun seni bekliyor ne kadar bekleyebilirsin? İki saat kadar bekledi. Onunla birlikte ambulanstan indirip acile taşıyan bir görevliyi gördü birden. – Hastamız nasıl oldu? Bilginiz var mı? diye sordu. Adam: – Onu ambulans uçakla Almanya’ya götürdüler. Özel sigortası varmış. Haberiniz yok mu? deyince ne söyleyeceğini bilemedi. Çaresiz evin yolunu tutacaktı. Nasıl bir gündü bu? Hiç tanımadığı bir adam onu savunmak için kavga ediyor, vuruluyor, ölümle pençeleşiyor. Ne adını biliyor, ne adresini? Elinden hiç bir şey gelmiyor. Adam caddeden karşıya geçerken öndeki kadının eteklerinin birden havalandığını görüyor. Kadının utancını hissediyor. Bir yandan da Tanrı’nın oradaki insanları bir mucizeyle ödüllendirdiğini düşünüyor. Film sahnesi gibi. Metro havalandırması ve uçuşan etekler. Marilyn Monroe. Bunları düşünürken arkasındaki adamın sesini duyuyor. Ağır bir küfür sallıyor adam. Ses de yabancı gelmiyor hiç. Arkasını dönünce eski çalışanını görüyor. İşten kovduğu çalışanını. O da tanıyor ve elini beline atıyor. Vücuduna darbeler geliyor. Bu darbelerle yavaşça yere yığılıyor. Koşuşturmalar, bağırış, çağırışlar. Bir kadın elini tutuyor, bir şeyler söylüyor, anlamıyor. O gece gözüne uyku girmiyor kadının. Sonraki geceler de… Düşündükçe kızıyor kendine. Ne işin vardı metro havalandırmasının üstünde? Artist misin sen orada etek uçuşturacak? Güzelliğini saklamaya çalışırdı her zaman. Dar elbiseler giymez, vücudunu ön plana çıkarmayı istemezdi hiç. Makyajını bile çok hafif yapardı. “Güzellik başa bela” derdi her zaman annesi. Doğruydu da. Ama bu olayın güzelliğiyle ilgisi de yoktu aslında. Gazetelerin üçüncü sayfalarına bakmıştı üç gün. Olayla ilgili bir haber yoktu. Hastaneden de bir bilgi alamamıştı adamın kimliğiyle ilgili. Adamın yüzü gözünün önünden gitmiyordu. O haliyle bile güzel adamdı. Ne düşünüyorum ben? Adam belki öldü, belki Azrail’le savaşıyor, ben güzel adamdı diyorum. Kafam mı gidiyor ne? Almanya’da hastane odası. Adam yatakta uzanıyor. Elinde telefon var. Telefonda bir numara var. Arasa mı aramasa mı? Bu numara kolunda yazılıymış buraya geldiğinde. Kim yazmış olabilir o telaşın içinde. Hastabakıcı yoğun bakımdan çıkınca gösterdi numarayı. Kaç gündür aynı ikilemi yaşıyor. Aramalı, mutlaka aramalı bu numaranın sahibini. Dokundu arama tuşuna. Türkiye’de kullandığı numara var telefonda. Çalıyor, açar mı acaba? – Buyurun. – Ben Kemal, Kemal Kuzey. – Sizi tanımıyorum. – Bir dakika kapatmayın. Bu numara kolumda yazılıydı. – Evet, anladım, siz osunuz, caddedeki, hani vurulan benim yüzümden. – Evet, o adamım ben. – Ne kadar üzüldüm anlatamam. İyi misiniz, ölmemişsiniz. – Yok, ölmedim. Ölse miydim? – Yok, öyle demek istemedim. Af edersiniz. Hem başınızı derde soktum hem saçmaladım. – Başımı siz derde sokmadınız. O adamı ben işten kovmuştum. – Yani benim için değildi. – Hayır kavga sizin için başladı. Sonra tanıdık birbirimizi adamla. – Teşekkür ederim, böyle olmasını istemezdim. – Kimse istemezdi. – Siz şimdi neredesiniz? Nasılsınız? Almanya’ya gittiğinizi söylediler. – Siz nereden biliyorsunuz Almanya’da olduğumu? – Ambulansa bindim, hastaneye geldim ben de sizinle. – Gerçekten mi? Farkına varmadan yirmi dakika konuşmuşlardı. Tekrar görüşeceklerdi. Dış hatlar yolcu çıkışında kırmızı elbiseli bir kadın bir yolcu bekliyordu. Dış hatlardan gelen yolcu hemen tanıdı onu. Metronun Rumeli Caddesi havalandırmasına geliyorlar sık sık el ele.